Hadi bugün, hep birlikte bahar temizliğine başlayalım.

Başlayalım ve kurtulalım döküntülerimizden.

Atmaya, yazmayan kalemlerden başlayalım, örneğin…

Sayfası bitmiş defterlerden kurtulalım.

Kulpu kırık fincanları atalım.

Sonra, ‘zayıflayınca giyerim’ kotunu atalım.

Son 5 aydır giymediğiniz kıyafetleri.

Arka balkona tıkıştırdığınız, ‘gün olur yüzünü yenilerim pırıl pırıl olur’ dediğiniz o sandalyeyi.

Dibi kararmış tencereyi.

Taşındığınız hangi evden kaldığı, hangi kapıyı açtığı artık meçhul olan o bir dolu anahtarları.

Sırf, genç ve güzel çıkmışsınız diye yanınızda taşıdığınız, o hiç sevmediğiniz tiple poz verdiğiniz fotoğrafı.

Çekmecenin dibindeki Nuh Nebi’den kalma müzik kasetlerini (Yahu o kasetleri çalacak, kasetçalar mı kaldı artık)

Atın, atın ve kurtulun.

!!??...

Nasıl ama? Bayağı bir döküntü kalktı değil mi?

Daha bitmedi.

Sırada “olasılıklar” var; onları da atın.

‘Olacaktı da son anda olmadı’ları da atın; olmamış işte.

Takılıp kaldığınız o günü.

Düşünüp durduğunuz o lafı.

Atın kardeşim, atın!

Küstüğünüz için uzun zamandır görmediklerinizin, aklınızda kalan son görüntülerini de atın.

Alındıklarınızın, gücendiklerinizin hiç umurunda olmayan, o ‘olayı’ da atın.

O hiç beceremediğiniz yemeğin tarifi var ya; onu da atın,

Kestiğiniz eski gazete kupürlerini,

İçinizi kemiren o ukdeyi atın.

Atın kardeşim atın.

“Sonra yerim” diye buzdolabında beklettiğiniz o yemeği de dökün.

(Soğuk yemeğin tadı mı olur, dışarıdan bir döner söyleyin daha iyi.)

Buzdolabının üzerindeki diyet listesini (hani şu o faturaların altında duranı) hah onu, onu işte; onu da atın.

Depodaki koşu bandı… Yıllardır duruyor orada.(Büyük bir olasılıkla da çalışmıyor)

Atın.

Yanıtı olmayan soruları,

Kaçırdığınız fırsatları,

Atıldığınız işleri,

Beceremediğiniz ilişkileri,

Kişisel gelişim kitaplarını,

Atın kardeşim atın…

Arkanızdan konuşanları,

Önünüzü kapayanları,

Alamadığınız o terfiyi,

Otur(a)madığınız evi

‘Şimdiki aklım olsa’ları, keşkeleri, “tüh”leri, “vah”ları;

Aldığınız o kötü karneyi.

Hatta en iyi karneyi atın…

Atın çalışmayan saatleri.

İşe yaramayan fikirleri.

Kaçan trenleri.

Zamansız yaşlandıran dertleri.

‘O gün’ olanları.

Halının altına süpürdüklerinizi.

Dolabın dibine iteklediklerinizi.

Atın.

Bakın, ne güzel güneş çıktı değil mi?

Not. Yazanı bilinmeyen bu ironik yazıyı üç beş yıldır elimi sürmediğim notlarımın arasında buldum.

Bahar temizliğine bu yazıyı da dahil etmiştim ama atmaya kıyamadım, Üzerinde biraz kalem oynattım; bazı eklemeler, çıkarmalar yaptım.

Ve sizlerle paylaşmak istedim…

… …

“Ben size atın, atın” diyorum amma laf aramızda atmaya kalkıştığım pek çok şey var. Ama elime, dilime yapıştı sanki; atamadım.

Ama atacağım.

Hele biraz daha dursunlar.

Laf aramızda, az kirli çıkın değilmişim ben de hani.