I

Günlük tutmak kendiyle gezintiye çıkan sözcüklerin tümcelerle rastlaşmasıdır.

Bir tümceyle göz göze, gönül gönle, harf harfe geldiniz mi hiç?

“Düş kaybındandı ölümü şeylerin” diye yazmışım dün akıl defterime. Bu ifade bir şiire damar yolu açar mı acaba? Zor bir soru bu şüphesiz kendime sorduğum. Bu sorunun yanıtını bilse bilse şiirin canı bilir, keyfi bilir.

Yüksek sesle düşünmek deriz ya, günlük tutmak da yazarak kendiyle konuşmasıdır insanın. Hasbıhâl… Günlük tutanın derdi, tasası birilerine bir şeyler anlatmak değildir. Ol sebepten de kurgu, simetri, asimetri, altın oran, ışığın durumu vb. ölçütler teraziye konmadan kâğıda tümceler bırakılmaktadır. O tümcelerin yarın, öbür gün kaç dirhem, kaç çekirdek edeceği de umurunda değildir günlük tutanın. İrili ufak o tümceler, aynalar galerisidir günlük tutan için dönüp de bakacağı.

O günün fotoğrafı olan tümceler, renkler, kokular, duygu ve düşünceler belleğin dip kuytusuna süzülmeden o satırlara tutunup kalırlar defterin sayfalarında.

Suzan Sontag (1933-2004) 1947’den beri günlük tutan bir yazar. Defter sayısın 100’ü bulmuş. 31 Aralık 1957 tarihli güncesinde şunları söylemektedir. “Günlük yazarken kendimi başkalarının karşısında yapamadığım kadar açık yüreklilikle ifade etmekle kalmıyor, kendimi yaratıyorum.”

Oğlu David Rieff ise Sontag’ın ölüm yolculuğunu anlattığı kitabında şunları söyleyecektir. “Onun bu dünyada var olma biçimini betimlemek için tek sözcük seçmek zorunda kalsaydım eğer, bu sözcük ‘arzulu’ olurdu. Görmek. Yapmak, denemek ve bilmek istemediği hiçbir şey yoktu.” (Ölüm Denizinde Yüzmek, David Reiff, Çev. Pınar Savaş, Agora Kitaplığı, 2008)

II

Müziğin diller üstü bir dil olduğunu söylemiştim bir yazımda. İşte bu noktada resim ve heykele de haksızlık etmemek lâzım. Çevirisi olmayan bu üç sanat dalı, müzik, resim ve heykel, edebiyata göre kendi özgün dilleriyle seslenirler insanlığa. Bu da ayrıcalıklı kılar onları. Müzikte şarkı ve türkülerin sözleri olsa da müziğin dili her zaman öne çıkacaktır.

Çeviri yerine “Türkçe yeniden söylemek” ifadesini daha çok benimsiyorum. Hele o metin bir edebiyat eseriyse.

Çevirisi olmayan müzik, resim ve heykelde o anlatımdan (metin) el alarak, zamana onun ışığından bakarken yeni şeyler söylemek ise kültürün şeylerin hâlden hâle geçen sürekliliğiyle örtüşen bir zenginleşme değilse nedir ki?

Özgün metin müellifinin şeylere, olgulara ve zamana bakış açısıyla yaptığı bir kurgudur şüphesiz. O metne bakarak yeniden söylenen çalışmanın özgünlüğü ise deniz-tuz ilişkisi gibi olmalıdır. Denize bakarız, tuzun olduğunu biliriz ancak göremeyiz.

III

Gündelik dilde sere serpe gezinen sözcükler, şiire bulaştıklarında onların tebdil-i kıyafet etmeleri okuru şaşırtacaktır. Şiirin simyası işte.

Nice simyacı nice maddeyi altına çevirmek isteyip de başaramasalar da şuara, bakır denli iletken bir sözcükten altın gibi iletken sözcükler üreterek şiirin simyasını inşa etmişlerdir.

IV

İsli camla bakıyoruz

Ay tutulmasındaki güneşe

Tümcelerde pus

Harf harfi görmez

Bahusus

Velvelesinde vaktin

Semai dönüyoruz

Üç zamanlı bir ayinde