CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ne dedi?

“Geçmişin arabalarıyla hiçbir yere gidemeyeceğimizi artık biliyoruz. Onun için artık helalleşme zamanıdır” dedi.

“Benim liderliğini yaptığım partinin de geçmişte yarattığı derin yaralar vardır. Bu yaraların kapanması için helallik isteme, helalleşme yolculuğuna çıkıyorum” dedi.

Elbette bu helalleşme, yalnız Kılıçdaroğlu adına değil CHP adına olsa gerek.

1970’li yıllarda Ecevit, bir ölçüde de olsa yapmıştı bu helalleşmeyi. 1973 ve 1977 seçimlerinde kısa süreli de olsa, yarım-yamalak da olsa CHP’yi iktidara taşıyabilmişti.

Aslında helalleşmek, bir başka bakışla bir özeleştiridir. Yani içinde özeleştiriyi barındıran bir davranıştır. Ve de bir başka ifadeyle de politikayı güncellemedir diyebiliriz.

Kılıçdaroğlu Ekim 2019’da, Adana'da da ezberleri bozan bir konuşma yapmıştı.

Dünya Avşarlar Kültür ve Dayanışma Derneği'nin 4. kuruluş yıl dönümüne katılmış, CHP'nin geçmişte yaptığı politikaları eleştiren bir konuşma yapmış ve “Gerçeği konuşalım. Bir başörtüsü meselesini Türkiye Cumhuriyeti'nin en temel meselesi haline getirdik” demişti.

* * *

Geldiğinde bir Mesih gibi sunulmuştu. Gandi denilmişti. Sosyal Demokrat tabana bir umut olarak sunulmuştu. Ama bu helalleşme çağrısında geç kalınmış oldu. Yine de önemli bir adımdır, önemli bir çağrıdır diyebiliriz.

Çünkü toplum; yaratılan gerginlikten, ekilen kin ve nefretten yoruldu, yorgun düştü.

İşte bu nedenlerle “helalleşme” çağrısıyla, toplumun ezber bozan değişikliklere ihtiyacı, yeniden gündeme gelir oldu.

* * *

Peki, bu çağrı nasıl karşılandı, nasıl tepkiler aldı?

İşte tepkilerden bir bölüm:

“Kılıçdaroğlu burada CHP genel başkanı olarak değil, devlet adamı kimliğiyle adım atıyor” denildi.

“Saydığı yanlışlar, CHP’nin yanlışları değil, devletin yanlışlarıdır” denildi.

“Kılıçdaroğlu tabanının çok ilerisindedir” denildi.

“Kılıçdaroğlu’nun bu bütünleştirme politikası, CHP açısından son derece tarihi bir duruma işaret ediyor” denildi.

“CHP; Kürtler ve muhafazakârlarla, yani toplumun çok önemli iki tabanıyla ilişkileri son derece zayıf ve sorunlu olan bir partiydi. Kılıçdaroğlu bunu gördü” denildi.

Ve de özellikle “Adalet Yürüyüşü’nden sonraki ikinci büyük ve dönüştürücü önemli bir adım olabilir…” denildi.

* * *

Elbette olumsuz sözler de söylendi, hem de yakın kişilerden…

Nitekim “Sorumlu CHP mi ki helalleşecek?” denildi.

“Bakın; göreceksiniz, bu söz, sadece Kılıçdaroğlu'nun değil, CHP'nin de peşini bırakmayacaktır!” denildi.

“Sonu reddi mirasa varan bir süreç” denildi.

“CHP ne suç işledi de helallik isteyecek” denildi.

Ve karşı taraftan da:

“Millete yaptığınız zulümlere, devlete verdiğiniz zararlara kimseyi ortak edemezsiniz!” denildi.

Ve de “Kılıçdaroğlu önce CHP içindekilerle helalleşmeli” denildi.

* * *

Aslında bu helalleşme yolculuğu ile geç kalınmış da olsa bir şeyin altı çizilir oldu.

Nitekim tam 71 yıldır iktidara gelemeyişin, 71 yıldır siyasi başarısızlığın altı çizildi.

Her söyleminde emekten, demokrasiden, lâiklikten, özgürlükten; sosyal devletten ve sosyal adaletten bahseden bir partinin, halktan yeterli destek alamayışının altı çizildi.

Ve de Alevi açılımından uzak duruşun…

Önce “Demokratik Açılım” olarak sunulan, sonra “Çözüm Süreci” olarak sürdürülen Kürt sorunundan uzak duruşun altı çizildi.

Yani uzun süre Kürt sorunu, Alevi sorunu için bırakın taraf olmayı, öncü olması gerekirken, iç politik hesaplarla dışında kalınmışlığın altı çizildi.

2000’li yıllarda bile toplam 14 seçim kaybetmiş olmanın ve bunun sorgulanmayışının altı çizildi.

2011 seçimlerinde 36 ilde, 2015 seçimlerinde 38 ilde, 2018 seçimlerinde 25 ilde hiç milletvekili çıkaramayışın altı çizildi.

Özet olarak sosyal demokrat siyasetin, bu toplumla sanki bir doku uyuşmazlığı yaşıyor oluşunun altı çizildi.

Ve daha da genel olarak ifade edilirse, Türkiye’de sol siyasetlerin kitle bağlarının zayıf oluşunun, bunun da siyasi başarısızlığa neden olduğunun altı çizildi.

* * *

Peki, bu helalleşme yolculuğunun ve helalleşme çağrısının toplumsal ve siyasal yumuşamaya bir getirisi olur mu?

Elbette olur. Ama bir koşulla:

Eğer siyasi kimlikler, kin ve nefret ekmeyi bırakabilirse…

Ve de toplumu kamplaştıran, şiddet eken bir dili terk edebilirse…

Ama bırakılabilir, terk edilebilir mi? Bilemiyoruz!