Yaklaşık 30 yıldır aralıklı olarak konuşulan bir konu. Özellikle 12 Eylül Askeri darbesinden sonra eyalet sistemi ve başkanlık sistemi Türkiye'nin gündemine sokulmaya çalışıldı.

Önce Turgut Özal gündeme getirdi, sonra Süleyman Demirel. Üstelik Demirel 2005 yılında Akşam gazetesine verdiği bir röportajda, "Başkanlık sistemi de Türkiye'nin düşünmesi lazım bir şeydir. Elbette Türkiye başkanlık sistemine geçecektir" demişti. Bugünkü iktidar döneminde de zaman zaman dillendirilir olmuştu.

Özellikle bugünlerde Başbakan Erdoğan tarafından daha da ısrarlı bir şekilde gündeme getirildi. Hem de yeni bir anayasa hazırlama sürecinde.

İyi ya da kötü olduğu konusunda yeterli bilginin verilmediği ya da verilemediği, çok da iyi bilemediğimiz bir konu. Neden böyle bir sisteme ihtiyaç duyulduğunu da anlayamadığımız bir konu.

Akademisyenler ikiye ayrılmış durumda. Kötü diyen de var, iyi diyen de. Siyaset ise zaten ikiye ayrılmış durumda idi. Muhalefet kötü, iktidar iyi demekte. Muhalefet iyi deseydi iktidar kötü diyecekti. Ne yazık ki bu tavır Türkiye siyasetinin adeta değişmez bir kaderi.

Yine de konu siyasetin gündemine girmiş oldu. Yazılı basında, görsel medyada yoğun olarak tartışılır oldu. Sanki yeni hazırlanacak anayasanın asıl konusu bu idi!

Ve kamuoyunda yeni anayasayla birlikte, parlamenter sistemin yerini başkanlık sisteminin alacağı yönünde de bir kanaat oluşmaya başlar oldu.

Aslında bu konu 2007 yılında, Anayasanın 101 ve 102. maddelerinin değiştirilip Cumhurbaşkanını halkın seçmesine karar verilmesiyle zaten gündeme girmiş idi.

Cumhurbaşkanı seçiminde oluşan kriz döneminde, ANAP Başkanı olan Erkan Mumcu "Cumhurbaşkanını halk seçsin" dedi. Aslında böyle bir ifade neden kullanıldı, pek de anlaşılmamıştı. İktidar buna sahip çıktı. Ve sonuçta halk tarafından kabul edilerek gerekli anayasal düzenleme yapıldı.

Oysaki Cumhurbaşkanını halkın seçmesi demek,  Cumhurbaşkanına politik bir kimlik vermek ve de halk iradesiyle politik bir güç kazandırmaktı.

Ve böylece başkanlık sistemine giden yolun ilk kilometre taşı, yumuşak bir şekilde döşenmiş oldu.

Peki, nedir bu "Başkanlık Sistemi?" Şu anda uygulanan "Parlamenter Sistem"den farkı nedir?

Başkanlık sisteminin belirgin özellikleri şöyle:

-Başkan, doğrudan halk tarafından seçilmekte.

-Bakanlar parlamento içinden ya da dışından, başkan tarafından bizzat seçilmekte.

-Bakan milletvekili ise derhal istifa etmek, parlamento ile ilişkisini kesmek zorunda.

-Yani yürütme, yasamadan tümüyle ayrılmakta,

-Bakanlar doğrudan Başkana karşı sorumlu olmakta.

-Parlamentonun yaptığı yasalar, Başkan tarafından veto edilebilmekte.

-Başkan daha çok yetkilerle donatıldığı için, ülkenin siyasetini doğrudan belirleyebilmekte.

Özet olarak, parlamenter sistemdeki Başbakan ve Cumhurbaşkanı yetkilerinin bir kişide toplandığı, ülke siyasetini doğrudan belirleyebilecek olağanüstü yetkilerle donatılmış başkanın daha hızlı karar alabildiği bir sistem olmakta.

Peki, bu sistemi uygulayan ülkeler var mı? Var. Bugün 42 ülkede uygulanmakta. ABD hariç diğerleri geri kalmış ülkeler. Bunun 20'si Amerika, 9'u Asya, 10'u Afrika, 2'si Avustralya, 1'i Avrupa'da.

Bu sistemin tam demokratik kurallarla uygulandığı tek ülke ise ABD'dir. Zaten başkanlık sisteminin doğum yeri de ABD'dir. Federal devletlerin birleşerek ABD’yi oluşturma sürecinde ortaya çıkmış bir sistemdir. Zaten bu sisteme öykünme de ABD'deki sisteme yöneliktir.

Oysaki demokratik sistemini tam inşa edememiş, demokrasiyi bir yaşam biçimine dönüştürememiş toplumlarda, bu sistem diktatöryal bir yönetime dönüşmektedir. Özellikle de parlamentonun siyasi aritmetiği ile Başkan, siyasi bir birliktelik içinde ise...

Köklü bir demokrasi geleneği olmayan toplumlarda sistem, demokratik yapıdan kolaylıkla uzaklaşmaktadır.

Nitekim bu sistemi uygulayan, Latin Amerika'da muz ülkeleri dediğimiz, demokrasinin dahi tartışılır olduğu ülkelere baktığımızda; Asya ülkelerinden bu sistemi uygulayan Afganistan, Azerbeycan, Ermenistan, İran gibi ülkelere baktığımızda; Afrika'da uygulayan Kenya, Nijerya, Sudan, Uganda gibi ülkelere baktığımızda; başkanlık sisteminin nasıl diktatöryal bir sisteme dönüştüğünü görebiliriz.

Elbette Türkiye'yi yukarıda belirttiğimiz ülkelerle eş tutmak doğru değildir. Ama henüz parlamenter sistemi bile yeteri kadar sindiremediğimizi unutmamak gerekir.

Ayrıca:

-Bu ülkede halen, Cumhuriyetten geri dönüş tehlikesini duyan geniş bir kitlenin var olduğu,

-Ülkede etnik ve inanç sorunlarının henüz çözülemediği,

-89 yıldır laiklik tartışmasını yaşayan bir toplumsal yapımızın varlığı,

-Halen eğitim sisteminin çağdaş verilerle çözülememiş olduğu,

-Ve her şeyden önemlisi de birbirini vatan hainliği ile suçlayan bir siyasal yapımızın var olduğu unutulmamalıdır.

İşte böyle bir Türkiye'de; yeterli bir uzlaşmanın da oluşmadığı bir siyasi ortamda, gereğinden fazla yetkilerle donatılmış bir başkanlık sistemi güven vermeyecektir.

Amaç güçlü bir Türkiye yaratmak olsa dahi, parlamentoya karşı daha bağımsız olan yürütme ve tek adamda toplanan bu olağanüstü yetkiler, diktatöryal bir görüntü oluşturacaktır.