Semih Poroy, Çorum’a yabancı bir kimse değil. Çorum eski Valisi, emekli Danıştay Üyesi Hüseyin Poroy’un kardeşi. Çorum’da çok dostları olan biri. Dahası ÇORUM HABER dostlarından…

Cumhuriyet Kitap ekibinin geçen haftaki sayısında, Semih Poroy kapak konusuydu. “Neye Niyet Neye Kısmet” seçkisinin Varlık Yayınları’nda çıkması nedeniyle, Poroy’la Eray Ak’ın geniş bir söyleşisine yer verildi.

Semih Poroy’un karikatür sanatına ve genel olarak mizah felsefesine ilişkin görüşlerini yansıtan bu söyleşiyi, sanatsever ÇORUM HABER okurlarına sunuyoruz.

'Vinyet çizerek çizgimi geliştirdim'

- Bu söyleşinin benim için epey zor olacağını düşünüyorum. Sizin, çalışmalarınızda ne kadar titiz ve dikkatli olduğunuzu bildiğimden, soruları, yazdığım her harfi kılı kırk yararak okuyacağınızı hesap edip hazırlamaya çalıştım. Bu titizliğinizin, çizgilerinizde size ne tür olanaklar sağladığını ya da neleri kısıtladığını merak ediyorum…

- Böyle başlayan bir söyleşi, cevap vermesi beklenen kişi için de zor geçecek gibi görünüyor! Ama çaresiz, çaba göstereceğim. Titizlik, dikkat gibi şeyler ‘sanat’ta olmazsa olmaz sayılan şeylerden değildir. Ama gözetilirse de fena şeyler değildir. Dediğiniz ölçüde dikkatli miyim, titiz miyim, emin değilim. Bunlar kimi zaman uğraştığınız alanın olanaklarını genişletebilir ama, kimileyin kısıtlayıcı da olur. Örnekleyerek açıklamak uzun sürebilir. Söyleşinin akışında yeniden değinebiliriz belki.

- Peki düşünce aşamasından bize sunulana kadar nasıl değişimlere uğruyor çizdikleriniz? O sözünü ettiğim titizlik girmiyor mu işin içine? Bir başka deyişle, Semih Poroy nasıl çalışıyor?

- Hemen her çizer gibi çize boza çalışıyorum. Karikatür çıkarmacı, eksiltmeci bir çizgi türüdür; yâni fazlalıkları eksiltir, çıkarırsınız. Titizlik, dikkat böyle zamanlarda işe koşulur. Bazen o bile yetmez, kimi hataları iş yayımlandıktan sonra görür hayıflanırsınız. Heyecanla, aceleyle yapılan işlerde de dikkat azalması olur. Ve sadece çizgide değil, başka durumlarda da ortaya çıkar. Geçende siz de ‘dikkat’ ettiniz örneğin, kitap fuarındaki “Turhan Günay Yalnız Değildir!” etkinliğinde beni de birkaç cümle için kürsüye çağırdıklarında heyecandan, bir sözünü alıntıladığım Montaigne’i Montesquieu yapıvermedim mi?!

- Söyleşiye, okuduklarınızın çizdiklerinizi nasıl etkilediğini sorarak devam etmek isterim. Sonuçta, ‘Neye Vinyet Neye Kısmet’i bir ‘okur’un kitabı olarak ele almak da mümkün gibi geliyor bana…

- Bazen bir kitabı veya bir metni okuyup bitirdikten sonra, artık onu okumadan önceki insan olmadığımı hissederim. Eskiden beri böyle bu. Önemli bir şey okuduğumu anlıyorum. Bu türden durumlar insanı olgunlaştırıyor. Bir tortu olarak kalıyor. Sonra benzer başka tortularla birleşiyor. Sanki bir mürekkep şişesinde birikiyor ve kaleminizi o mürekkebe batırıp çizmeye devam ediyorsunuz.

- Beslendiğiniz kaynakları da merak ediyorum. Nereye bakıp neyi görmeye çalışırsınız?

- Gülmeyi Ciddiye Almak kitabında John Moreall, ‘elma manava ve bir ressama farklı görünür,’ diyordu. Bence bir yazara da farklı görünür. Hele bir karikatürcüye… Karikatürcü elmayı manavın başının üstünde hayâl eder. Yine de şunu söylemek gerek: Yazar da çizer de her gördüğünü, tanık olduğunu yazıp çizen kişi değildir. Çevresine sürekli yazar ya da karikatürcü gözüyle bakmak bence hastalık belirtisidir. Çevresini, insanları garip bakışlarla süzen birisi zaten onlara yaklaşamaz. İsteyene, yaşamdan kalan tortu yeter de artar bile.

“SEÇİCİ OLMAYA ÇALIŞTIK”

- Şimdi de kitabın ismine gelelim mi: “Neye Vinyet Neye Kısmet”. Tam da sizden çıkabilecek bir ironiyi yansıtıyor. Bir hikâyesi olmalı diye düşünüyorum. Varsa nedir?

- Hikâye denebilir mi, bilmiyorum. En iyisi, 2007’de Varlık’ta yayımlanan bir yazımdan alıntıyla cevap vereyim: “… Varlık’a yaklaşık on beş yıldır çizimler yapıyorum. Bu çizimlerin içinde sonradan bağımsızlıklarını kazanan, bana karikatür olarak kalan bir çok çalışma olmuştur. Okuduğum metinden gelen yazınsal esin kimi zaman metne eşlik etmek üzere çizilmekte olan resmi belli belirsiz başka bir yere sürükler. Eşlik etme işlevini yerine getirdikten sonra yazıdan bağımsızlaşır, karikatür olur çıkar…” Kitaba alınan desenler bu tür özellikler taşıdığı düşünülen çizimlerden seçildi. Bazıları karikatüre yaklaşan bazıları desen tadı taşıyan çalışmalar…

- Ayrıca, sanıyorum açıklanması gereken ‘vinyet’ konusu var. Gerçi kitabın sonunda bir yazıyla meram anlatılıyor ama, burada bir de sizden dinlesek mi?

- Fransızca yazılışıyla ‘vignette’ metin aralarına serpiştirilen nakışımsı minik desenlere verilen bir isimdir. Başlangıçta, şaraplık bağların üzüm salkımlarını temsil eden süslemeler biçiminde kullanılmış. Bu yüzden ismi ‘vigne’ (üzüm asması) kökünden geliyor. Sonraları yazıları soluklandırmak için kullanılan, metinle ilgili küçük çizimlere de bu isim verilmeye başlandı. Deyim bizde hâlâ kullanılıyor mu, emin değilim. Biliyor musunuz, vinyet çizerek çizgimi geliştirdim ben. O yüzden bu sözcüğü severim.

- Ama esas takıldığım, altbaşlık oldu: ‘Varlık çizgileri’… Bu da kitabın ismi kadar ironik. Türk edebiyatının en önemli dergilerinden Varlık’ın yanında başka anlamlar da yüklenmiş gibi…

- Hayır, doğrusu başka bir anlam yüklemeye çalışmadım. Ama saklamayayım; kitabın asıl başlığı olarak önce bunu düşünmüştüm. Sonra çok tanımlayıcı geldi bana, vazgeçtim. Ve biliyorsunuzdur, derginin kurucuları ‘Varlık’ ismini, dönemin (30’lar) yokluklarını düşünerek koymuşlardı.

- Buradan yola çıkarak uzun süren Varlık maceranızı da dinleyelim mi biraz?

- Hasan Hüseyin Korkmazgil’i 1984 başlarında yitirmiştik. Ozanla ilgili bir şey yapıp Varlık’a götürdüm. O sırada Varlık’la Kemal Özer ilgileniyordu. Kemal ağabeyi Cumhuriyet’ten tanıyordum. Dergide çıkan ilk çalışmam bu oldu. ‘Neye Vinyet Neye Kısmet’ de bu çalışmayla açılıyor zaten. 90’ların başında Varlık’a daha sık çizim (vinyet) vermeye başladım. Sonra, Enver Ercan’ın, derginin yayın yönetmeni olmasıyla iyice yoğun bir dönem başladı. YAni, Varlık’ı başıma saran asıl olarak Enver’dir. Tabii, bazen çizimleri geciktirdiğim oluyordu; öyle zamanlarda dergideki arkadaşlar kimbilir benden neler çekmişlerdir!

- Kitabın hikâyesinden de söz eder misiniz bize? Nasıl doğdu? Hangi düşünceden yola çıkıldı? Kitaptaki çizimleri bir araya getiren amaç neydi?

- Biliyorsunuz, altı-yedi ay önce Varlık Yayınları “Feklavye”yi yayımladı. Aslında, Filiz Nayır’la, Enver Ercan’la ilk konuştuğumuz ‘Varlık Desenleri’ kitabıydı. Ama kabaca otuz yıllık Varlık ciltlerini tek tek taramak gerekiyordu. Tüm çizimlerin orijinallerine sahip değildim. Onları (veya fotokopilerini) bulmak gerekiyordu. Bulamadıklarımı dergiden taramak zorundaydım. O da her zaman iyi sonuç vermeyecekti. Bazılarını onarmam gerekiyordu. Kitaba girecekleri seçmek bir yandan… Yani, hazırlık uzun sürecekti. O nedenle, daha bir el altında görünen ‘Feklavye’yi devreye soktuk. Ve ben, bu ikinci kitap için bütün yaz boyu, her gün saatlerce çalışıp durdum. Öyle ki, yüzümde gözlük alerjisi belirtileri oluştu. Yaklaşık otuz yıllık süreçte, Varlık’ta kabaca bin kadar çalışmam yayımlanmış. Doğrusu çizdiğim şeylerin pek azını beğenirim. Sanat-edebiyat dergilerinin sık sık eski sayılarını karıştırırım. Varlık’ın bazı eski sayılarındaki kimi çizimlerimi beğendiğimi dehşetle fark ettim! Belki bazılarını bugün çizemem. Dergi sayfalarından çıkıp bir arada yaşasınlar diye düşündüm sanırım. Ayrıca, kitapta da söylendiği gibi, ‘Neye Vinyet Neye Kısmet’teki çizimler, yineleyeyim, karikatür alanına yaklaşan ya da desen tadı taşıdığı düşünülen çalışmalardır. Kitapta iki yüz yetmiş çizim var; Varlık’ta yayımlananların dörtte biri... Seçici olmaya çalıştığımızı söyleyebilirim.

“İNSAN GÜLEREK ISIRIR”

- Yazı ve çizginin nasıl bir iletişimde olduklarını düşünüyorsunuz? Ya da böyle bir iletişimden, ilişkiden söz etmek mümkün mü?

- 6. yy’da yaşamış olan Papa Gregorius Magnus şöyle dermiş: “Yazı nasıl okuma yazma bilenin işine yarıyor, resim de okuma yazma bilmeyenin işine yarar.” Okuma yazma bilenlerin çok az olduğu ortaçağ dünyasında görsel anlatımın önemini vurgulayan bir söz bu. Yazısız karikatür de böyledir. Yeni Zelanda’da çizilen bir karikatür Nijerya’da anlaşılabilir, Kanada’da çizilen bir karikatür Ortadoğu’daki bir soruna dikkat çekebilir, Türkiye’de çizilen bir karikatür çizerini mahkemeye düşürebilir. Edebiyat insanı anlatır. İnsanı tümüyle anlatabilmek için onu bazen ‘suçüstü’ de yakalamak gerekir! İnsanın, insan olmaktan gelen zayıflıkları, kendini baskılardan kurtulmuş hissettiği anlardaki kontrolsüz bir tepkisi, bir hınzırlık durumu, bir falso ânı, bunlara benzeyen pek çok şey mizahın ‘sinsice’ bir gülüşüyle yakalanırlar. Baudelaire buna “İnsan gülerek ısırır,” diyor. Böyle anlarda çizgi de ortalık yerde belirir. Yine de bir yazarın öykülerini bir araya getirseniz elbette ortaya bir roman çıkmaz, bir karikatürcünün çizimleri toplandığında ortaya bir çizgi-roman çıkmayacağı gibi… Ama bence, bu iki toplam yine de birer ‘insan romanı’ olurlar.

-Refik Durbaş kitaptaki önsözünde ‘çizginin şairi’ diye bir söz kullanıyor. Durbaş’ın sözünden ilerleyerek, çizgiyi de şiire benzettiğimi söyleyebilirim; sahibinden çıkıp insanlara mal olmasıyla… Orhan Veli ve ünlü şiiri ‘Kitâbe-i Seng-i Mezar’ sözgelimi… Çok kimse şairin ve şiirinin ismini bilmezmiş de, kendisi ‘nasırlı şiirin şairi’, şiiri de ‘nasırlı şiir’ diye anılırmış. Benzer biçimde pek çok insan da sizin elinizden çıktığını, daha ileri gidersek, adınızı dahi bilmeden çizgilerinizden söz ediyor ya da sosyal mecralarda paylaşıyor. Yani, bir anlamda görünmeden de görünür olabilmek…

- Öncelikle Refik Durbaş ve Enver Ercan’a, kitaba birer gönül alıcı metinle katkıda bulundukları için bir de buradan teşekkür etmek isterim. Sağ olsunlar… “Görünmeden görünür olma meselesi”ne gelince, umarım bana ‘hayalet’ demeye çalışmıyorsunuzdur?! Şaka bir yana, sizin gibi ahbaplar olmasa şu sosyal mecra denilen yerlerde çizimlerimin dolaştığından haberim olmayacak. Çünkü oralarda bulunmuyorum. Ama arkadaşlardan edindiğim bilgilere, basındaki alıntılara bakılırsa birçok çizerin karikatürleri, dediğiniz mecralarda dolaşıyor galiba. Bu da iyi bir şey.

- Yine Refik Durbaş’tan: Sizin, “hayatı ile çizdikleri iç içe geçen, hayatı ile çizgisi birbirini bütünleyen” kimliğinizden söz ediyor. Yaşamı çizgiyle yoğrulmuş biri olarak nasıl bir tablo çizersiniz bize bugünün Türkiyesi üzerine?

- Bunu bir çizimle mi anlatsam acaba?.. Durun hele…

- Bu yılın başında, Varlık dergisinde çizmeyi sonlandırdınız…

- Evet… Başlangıcından sayarsak otuz iki yıl çizdim Varlık’ta… Değişiklik iyidir. Genç kuşaktan illüstratif yanı olan çizerlere de hareket alanı açmak gerek. Ayrıca, çoktandır uğraşmak istediğim yoğun çalışmalar için de zamana gereksinimim var.

- Ben de bunu sormak istiyordum… Son altı-yedi ayda iki kitabınız yayımlandı. Sırada başka neler var?

- Epey zamandır konuyla ilgili okumalar yapıp notlar aldığım, görsel malzeme biriktirdiğim bir çizgi-roman çalışmasına oturdum. Galiba iki yılda bitirebileceğim bir çalışma olacak. Belli olmaz, belki de daha erken biter. Sonra hemen başka bir çizgi-romana başlamak istiyorum. Geçmişte çizgi-roman denemelerim olmuştu. O tür çalışmaları özledim sanırım.

- ‘Neye Vinyet Neye Kısmet’i Turhan Selçuk’a adadınız. Selçuk’un çizginizdeki, çizerlik yaşamınızdaki yerini sorabilir miyim?

- İlk kitabım ‘Portreler’(1998) Ali Ulvi, Asım Bezirci ve Aziz Nesin’e adanmıştı. İlk ‘Feklavye’(2008) Ferruh Doğan’a, bu yıl çıkan ikincisi Teodor Kasap ve Cemil Cem’e ithaflıdır. ‘Neye Vinyet Neye Kısmet’i ise Turhan Selçuk’un anısına adamak istedim. Turhan Selçuk çizgi üslubuyla dünyanın da saygısını kazanmış gerçekten büyük bir çizerdi. Oturma kalkma görgüsüyle, çizerlik duruşuyla da apayrı bir insandı. Ayrıca kitapta Turhan Selçuk’a saygı anlamına gelebilecek birkaç çizim de bulunuyor. Bir dönem çizgisi beni çok etkilemiş bir ustaydı. Kendisini içtenlikle anmak istedim.

Neye Vinyet Neye Kısmet-Varlık Çizimleri / Semih Poroy / Varlık Yayınları / 144 s. 

(cumhuriyet.com.tr)

Editör: TE Bilisim