Toprağın betonla mühürlendiği şehirlerde yaşadıklarını kaydeden Kaleli, “Bu yaşam şekli insanın, komşularını, arkadaşlarını, çalışma şeklini, uyku kalitesini, ayı, yıldızları, güneşi alıyor elimizden” ifadesini kullandı.
Şehirleri büyütürken içinde yaşayacak insanın dikkate alınmadığını belirten Kaleli, konuşmasında şunları söyledi:
“Geçen haftalarda Leblebi Tozu filmi gösterime girdi. Şahsım ve gurubum maddi manevi emeği geçen ve sahip çıkan herkese teşekkürü bir borç biliriz.
Filmin içeriğinin Çorum’u ve kültürünü ne kadar doğru yansıttığı ayrı bir soru işaretiyken aklımda, filmin sonunda Hitit Medeniyetine, 7­8 Hasan Paşa’ya ve Cumhuriyet Dönemi’ne minnettar olarak ayrıldım salondan...
Hititlerden tarihi mekânlar, 7­8 Hasan Paşa’dan Saat Kulemiz, Cumhuriyet Dönemi’nden müze, belediye binamız ve birkaç konak miras kalmasaydı, 21’inci asırda bir film çekimi için hangi mekânlar kullanılırdı Çorum’da?
Sayın Başkan, bu sitemim şahsınıza değil, ben, geçen 100 yılda bu kentte belediye başkanlığı ve meclis üyeliği yapmış herkese sitem ediyorum...
100 yılda nasıl bu hale getirdik güzelim kentimizi? Çorum’da yaşayan herkesten rica ediyorum. Lütfen cadde ve sokaklarda yürürken başınızı kaldırıp, binalara bakın. Binaların renklerine, biçimlerine, standart taşımayan katlara bakın. Sizde nasıl bir duygu uyandıracak? Anadolu, Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyetin mimarisinden ne kaldı 100 yıl sonraya? Gazi Caddesi'ne bir bakın, yalnızca Saat Kulemiz, belediye binamız ve parklarımız göze hitap ediyor. Oysa insanoğlunda en güzel duyguları, doğa ve aşk uyandırırmış. Sanat eserlerinin çoğu doğa ve aşktan ilham alınarak üretilmiş.
2016 yılında, yaşadığımız ve her birimizin ait olmaktan gurur duyduğumuz kentimizde ne var doğaya ait, başkanın önem verdiği parklarımız ve mimarisine özen gösterdiği yeni camilerimizden başka... Bu çabalar önemli ama yeterli değil.
Sayın Başkan üstelik parklarımızda da betonlaşma oranı hayli yüksek. Dikey yapılanma, şehrin kalabalıklaşması ve toprak kullanımının azaltılması amacıyla ortaya çıkmış modern zamanların yapılaşma biçimi. Sınırsız ve dengesiz bir gelişme gösteren tüketim ekonomisinin, şehir hayatı üzerindeki olumsuz yansıması...
Ancak, gökdelenlere kadar varan bu yapılanma biçimi, hem insani özelliklerimizi kaybettirmekte, hem de insanı varlık sebebimiz olan topraktan koparmakta. Bakınız İstanbul’a, Ankara’ya, İzmir’e... Dikey yapılanma, insanların birbirleriyle karşılaşma imkânlarını kısıtladığından, öncelikle komşular arası münasebetin zayıflamasına sebep olmakta.
Toprağın betonla mühürlendiği şehirlerde yaşıyoruz ve bu yaşam şekli insanın, komşularını, arkadaşlarını, çalışma şeklini, uyku kalitesini, ayı, yıldızları, güneşi alıyor elimizden.
Geçmişte köyümüzde sırtlarında yükle 1 saatlik yolu çok rahat yürüyen dedelerin, ninelerin torunları bizler, bugün evlerimize yorgun ve bitkin dönüyoruz. O kadar ki, yeni hastalıklar türemeye başladı, klima ateşi, telefon alerjisi, strese bağlı reflü, akıllı bina sendromu gibi.
Şehirlerimizi büyütürken içinde yaşayacak insanı dikkate almadık bizler. Peygamber efendimizin “Binanın damını yüksek yapma. Olur ki, komşunun güneşine engel olursun” hadisinden de bir hayli uzaklaştık serbest yükseklik içeren imar düzenlemeleri yaparken.
Bugün gündemimizde de yer alan, serbest yükseklik ile ticaret ve konut alanı olarak imara açılmak üzere meclise havale edilen arazi için, zemin etütleri yapıldı mı? Altyapı sorunu için çözümler üretildi mi? Ulaşım ve trafik sorunu için ne düşünüyoruz? Yalnızca çekme mesafeleri harici betonlaşmaya izin veren bu yapıda, yeşil alan sorun olmayacak mı? Yüksekliği serbest bırakılan bu yapı, diğer yaşam alanları ile entegre mi? Meteorolojik faktörler, özellikle rüzgar durumu dikkate alındı mı? Kentimizin hava alan ana arterleri, bu binalar ile kapanır mı? Yüksek yapıların, egzozlarının kente doğru yönelmemesi için uygun bir yer mi?
Bugün, yapılan bir sanayi yatırımından para kazanmaya başlamak için 5­6 yıl çalışmak gerekiyor. Buna karşılık AVM ya da lüks konut projeleri hemen tamamlanıp satılabiliyor. Ülkemizde artan dikey yapılaşma, hem şehirleri çirkinleştirmekte, hem de kolay ve hızlı para kazanma kapısı açmakta.
Bu durumda soruyorum, üretim ile ülke ekonomisine katkıda bulunup, işsizlik sorununa çare mi olalım, yoksa para kazanmanın daha kolay yollarına mı yönelelim? 100 yıl sonraya nasıl bir Çorum bırakalım?”
(Taner ŞİMŞEK)
Editör: TE Bilisim