Habertürk gazetesinde Çorumlu bilim insanı Prof. Dr. Sadık Kakaç ile yapılan röportaj yayınlandı. İşte o röportaj:
Bu, bir başarı hikâyesi. Çorum’da başlayan ve neredeyse Cumhuriyet tarihine denk bir süreyi kapsayan.
Aşağıda, en son, geçtiğimiz ay Uluslararası Isı ve Kütle Transferi Merkezi’nin iki yılda bir verdiği Luikov Madalyası’na layık görülen tek Türk bilim insanı Prof. Sadık Kakaç’ın hayatını okuyacaksınız.
Kakaç, “Isı transferinde Nobel yok. Aziz Sancar’la Mardin’e Nobel gitti, Çorum’a da Luikov” diye anlatıyor gülümseyerek. “Bugün hayatımızı kolaylaştıran her şeyin kaynağında” diye tarif ettiği ısı transferi konusunda dünyada “Hocaların hocası” olarak gösteriliyor. Almanların “Bizim Nobel Ödülü” dediği Alexander van Humboldt Ödülü (1989), Amerikan Uluslararası Makine Mühendisleri Birliği Şeref Üyesi Unvanı (2013), isminin verildiği bilimsel formüller bir yana, bir dönem Türkiye Atom Enerji Kurumu Başkanlığı da yapan 83 yaşındaki Sadık Kakaç, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi’nde çalışmaya devam ediyor. Kakaç, Anadolu’nun kalbinden bilim dünyasının zirvesine uzanan yolculuğunu anlatıyor.
Hikâyeniz Çorum’da başlıyor
1932 yılında. Yaz aylarında Kızılırmak kenarındaki bahçelerimize gider sonbaharda tekrar Çorum’a gelirdik. İlkokula Çorum’da başladım. Cumhuriyetin yetiştirmiş olduğu esaslı hocalarımız vardı. Çok sevdim okulu.
Sonra 1940’lı yıllar.
İlkokulu bitirdikten sonra “Sanatkâr mı olayım, terzi mi, yoksa ortaokula mı gideyim?” diye düşünmeye başladım. Orta halli bir aileydik. Babam ayakkabıcıydı; kışlık mestler, çizmeler yapardı. Çorum’daki avukat çocukları, savcının, valinin oğulları yakın arkadaşlarımdı. “Haydi ortaokula kaydını yaptır” dediler. Ben de yaptırdım. Annem-babam okumanın önemli olduğunu telkin eden insanlardı, çok sevindiler.
Liseyi nerede okudunuz?
Galatasaray Lisesi’ne gidecektim. Fakat ortaokulun son sınıfında Çorum’da lise açıldı. Fen fakültesinden yeni mezun olmuş hocalar geldi. Annem-babam “Burada devam etsen daha iyi olmaz mı?” dediler. Çok iyi arkadaşlarım vardı. Çorum’da devam ettim.
Mezun oldunuz.
Yaz aylarında Bayındırlık Müdürlüğünde çalışırdım. Oradaki mühendisleri tanırdım. Dolayısıyla teknik üniversiteye girmeye karar verdim. İstanbul Teknik Üniversitesi imtihan açtı, kazandım. Makine fakültesine kaydoldum. 1950 yılında… 1955’te İTÜ’den 2’ncilikle mezun oldum. Bazı profesörler asistan olmamı teklif etti. Fakat bu arada dışarıda çalışan arkadaşlarımız iş bulmuşlardı. Karayollarında, su işlerinde, elektrik idaresinde maaşlar yüksekti. 950 lira, 1100 lira maaşlar…
Fakat siz üniversitede devam ettiniz.
Ben, o zaman insanın kendi çalışmalarıyla ilerleyebileceği yerin üniversite olduğunu düşündüm. Asistan oldum. Maaşım 350 lira.
“Isı transferi” konusunu nasıl seçtiniz?
İTÜ’de asistan olduğum zaman, Türkiye’de buhar kazanları yapılmaya başlanmıştı. Sonra radyatör imalatı… Daha büyük kazanların kullanılması için endüstriyel kazan imalat merkezleri kuruldu. Ben de ısı tekniği enstitüsünde asistandım. Fakat hesaplarda kullandıkları formüllerin nereden geldiği belli değildi. Onların laboratuvar çalışmalarını yaparken ısı transferi probleminin çok daha önemli olduğunu ve esasını tam bilmediğimizi anladım. Ve bunun üzerine çalışmak istedim. Berlin Üniversitesi’nde bir profesörle irtibat kurdum. Tam bunlarla uğraşırken ABD’den Eisenhower Bursu aldım.
Sonra?
1958’de, atomun sulhcu maksatlarla kullanılması amacıyla bazı kimselerin Eisenhover Bursu adı altında Amerika’ya gönderileceğini söylediler. Yani araştırma reaktörleri kurulacak ve bu konu dost ülkelerde yayılacak. Bu imtihanı kazandım. Ama “Laboratuvar yerine üniversiteye gideceğim” dedim. Bir kere eğitimini yapmak lazımdı. “Nereye gideceksin?” dediler. “MIT’e” dedim. O gün de mühendislik dalında bir numaralı üniversiteydi.
Nükleer mühendislik mi öğrendiniz orada?
Evet, ama aynı zamanda makine mühendisliğinin ileri derslerini aldım. Çünkü orası bir zenginlik yeri. Tanınmış hocalar… Gece-gündüz çalışarak iki bölümü de bitirdim orada. Merasimde 2 diplomayı beraber verdiler. Tabii bursun bir sınırı ve şartı var. 1960 Temmuz ayında Türkiye’ye döndüm.
Şart neydi?
Dönüp ülkenizde çalışmak. ODTÜ yeni açılmıştı. “Bu çocuğu alın” demişler. ODTÜ’de 20 yıl kaldım. ODTÜ iyi bir öğrenci kaynağıdır. O öğrencilerle yayınlar ve araştırmalar yapmaya başladık. n Ne üzerine? Isı transferi ve enerji konuları beraberdir. Nükleer enerjinin ekonomisi, ısı transferi, ısı transferinin muhtelif enerji üretiminde, santrallarda uygulanması gibi pratik problemlere yönelik araştırmalar yaptık. Ama o zaman doktoram yoktu. UNESCO’dan burs aldım. 1963’te İngiltere’ye gittim. Manchester’a… 1965’te doktoramı tamamladım. Dediler ki “Bizim bir kaidemiz vardır; doktoranı 2 seneden uzun zamanda tamamlaman lazım.” En az 2.5 sene.
Çok hızlı yazmışsınız,
Çünkü MIT’de çok iyi yetişmiştim. İleri derece derslerin hepsini meşhur profesörlerden almıştım. Dolayısıyla 6 ay bekledim. Ama bu 6 ayda doçentlik için çalışmalarımı yaptım.
Doktoranızı almadan doçentlik tezinizi mi yazdınız?
Hepsini yazamadım ama yüzde 70’ini hazırladım.
Kaç yılında evlendiniz?
Hayatımın en önemli kararı. 1962’de evlendim. O zamandan beri mutlu evliliğimiz devam ediyor. Kaç yıl oldu, hesaplaması biraz zor. Bir kızım var.
Manchester’dan Türkiye’ye döndünüz.
Yıl 1965. 2 sene Ankara’da askerlik yaptım. Geceleri asistanlarımla çalışmalarıma devam ediyordum.
Öğrenci olaylarına dair tavrınız neydi?
ODTÜ Bölüm Başkanı olarak ve Atom Enerji Kurumu’ndaki görevim sebebiyle sağcılar solcu, solcular sağcı zannederdi. İçişleri Bakanlığı tavsiye ederdi; “Arabanın arkasına değil de önüne otur” diye. (Gülüyor.)
O yıllardaki nükleer enerji projelerinde yer aldınız mı?
Tabii. Ecevit ve Demirel hükümetleri zamanında Atom Enerjisi’nin (TAEK) başındaydım. Aynı zamanda TÜBİTAK Bilim Kurulu üyeliği yaptım. 1980’de hükümet değişti. Demirel tekrar iktidara geldi. Ocak ayıydı, o zamanki bakanı ziyaret ettim ve “ODTÜ’ye geri gideceğim” dedim. Çünkü yeni hükümetler bu pozisyonları değiştirirler. Zaten uzun süre hizmet etmiştim. Üniversiteye geri döndüm.
Aynı yıl Miami Üniversitesi’ne gittiniz.
Beni Miami Üniversitesi’ne ziyaretçi profesör olarak davet ettiler. Biz gittikten sonra 1980 İhtilali oldu. Kızım ağlamaya başladı; “İhtilal oldu, nasıl döneceğiz Türkiye’ye?” diye. Onu da teselli ettim tabii.
Miami’de kaldınız yani.
Kaldık. Aradan 1 ay geçti, bir de baktım kızım benim sınıfıma gelmiş. “Burası makine neden geldin?” dedim.
“Baba ben endüstri mühendisi değil makine mühendisi olmak istiyorum” dedi. Tabii evde söylüyorum. “Ama kızım” dedim; “Makine zordur, endüstri daha kolaydır.” Tabii endüstri mühendislerine bunu söylemiyorum, ayıp oluyor. Hakikaten makine daha komplikedir.
Türkiye’ye epey geç döndünüz.
27 sene sonra, enerjim yerindeyken, 2007’de dönmeye karar verdim. Amerika’da emeklilik yok. Derse girdiğiniz sürece devam edersiniz. Size bağlıdır. Reagan çıkardı o kanunu.
Ve TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi’ne başladınız.
Rıfat Hisarcıklıoğlu davet etti. Ama ODTÜ’yle manevi ilişkimi kesmedim. “ODTÜ Makine Fakültesi’nin kurucularındanım” diyebilirim. Senelerdir de odamı muhafaza ederler. Haftanın belirli günlerinde giderim. Ortak projeler yapıyoruz gençlerle. Bana da motivasyon geliyor. Bazen soruyorum; “Bu yaştaki adam çalışır mı?” diye.
Ne cevap veriyorsunuz kendinize?
Rektöre sordum, “Sizin bir sınırınız yok mu?” diye. “Aman kal hocam” dediler. Tabii projeler alıyoruz. n Ne gibi projeler? Mesela Devlet Planlama Teşkilatı’ndan bir proje aldık: Türkiye’deki HES’lerde kullanılacak ürünlerin tasarımı, deneyimi ve imalatı laboratuvarı… Bu merkez, Türkiye’de ilk olacak. Türkiye’de türbinler yapılıyor fakat Avrupa’da test ediliyor. Bunun için büyük paralar ödeniyor. Artık TOBB Üniversitesi’ndeki “Isı Türbinü Tasarımı ve Testleri Merkezi”nde denenecek. Yürütücüsü, Doç. Dr. Selin Aradağ.
Türkiye nükleer enerjiye geçmeli mi?
Türkiye’de enerji sorunu çeşitlilikle çözülür. Uygun olan her kaynaktan enerji üretmek önemlidir. Gelişmiş ülkeler; hidroelektrik, kömür ve nükleer santralları, yenilenebilir enerji kaynaklarıyla beraber kullanırlar. Nükleer, Türkiye’de geç kalmış bir konu. Akkuyu Santralı’nın yerinin seçilmesi benim Atom Enerji Komisyonu Genel Sekreteri olduğum zamanlara dayanır. Demirel Hükümeti zamanında santral kurma kararı verildi, masaya oturduk; Ecevit Hükümeti zamanında masaya oturduk; Turgut Özal zamanında masaya oturduk. Gerçekleşmedi. Türkiye, Avrupa ülkeleri arasında elektriğe en fazla para ödeyen ülke. Bugün Türkiye’de elektrik enerjisinin yüzde 50’si doğalgazdan üretiliyor. Bu, riskli ve yanlış. İşte nükleer santralların kurulması o bakımdan önemli.
Atık problemi ne olacak? Riskli değil mi?
Bu, teknik bakımdan çözülmüş bir konu. İngiltere’nin sahilleri, Japonya’nın etrafı nükleer santrallarla donatılmış. Sınırımızda; Ermenistan’da, Bulgaristan’da, Rusya’da, Romanya’da santrallar var. Tehlike bakımından pek bir farkı yok yani.
NEDİR ISI TRANSFERİ?
“Enerjinin geçiş yollarından bir tanesi ısı transferidir. Isı olmadan bir makineden enerji almak mümkün değildir. Bütün santrallardaki ısının çekilmesi problemleri hep ısı transferiyle ilgilidir. Nükleer reaktörden ısı çekecekseniz türbinleri çalıştıracaksınız ve elektrik enerjisi elde edeceksiniz. Nükleer reaktörlerin emniyeti, ısı transferi problemlerine bağlı. Dolayısıyla otomobiller, motorların çalışması, evlerin, binaların konforu, ısıtılması-havalandırılması; hepsi ısı transferi hadiseleridir. Bugün ısı transferi, bütün elektronik cihazların soğutulmasında, nanoteknolojinin gelişmesinde önemli bir problemdir. Bizim hayatımızı kolaylaştıran her şeyde ısı transferi var.”
(Haber Türk Gazetesi)
Editör: TE Bilisim