Çorum Barosu Yönetim Kurulu Üyesi ve İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Av. Esma Pınar Saran, günümüze insanların etnik köken, düşünce veya siyasi kimliği nedeniyle hala en temel insan hakkı olan yaşam hakkının ellerinden alındığını belirterek, “Dağlıca'da, Suruç'ta, Ankara'da patlatılan bombalar, esasen insanlığımıza atılan bombalardır. İzmir'de öldürülen Fırat ile Diyarbakır'da katledilen Tahir Elçi arasında hiçbir fark yokken fark yaratılmaya çalışılmakta ve ne yazık ki toplumun bir kesimi hala buna çanak tutmaktadır” dedi.
10 Aralık İnsan Hakları Günü nedeniyle düzenlenen basın toplantısında konuşan Saran, insan haklarının kişiyi kendi özüyle yaşatacak kurallar olduğunu kaydederek, “İnsanın insana hükmetmesi, onu ezmesi insan onuruna yakışmayan ve kabul edilemeyecek bir davranıştır. Bu tür ayırımların yapıldığı toplumlarda kavga, çatışma, isyan eksik olmamıştır. İnsanlar arasında hak, eşitlik, adalet, özgürlük düşüncesi yaygınlaştıkça bu konuyla ilgili mücadeleler de artmıştır.
Bu mücadeleler sonucunda, öncelikli amacı dünyada barışı ve güvenliği sağlamak olan Birleşmiş Milletler Örgütü, 24 Ekim 1945'te kurulmuş ve örgüt 10 Aralık 1948 tarihinde "İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi"ni kabul ve ilan etmiştir” ifadelerini kullandı.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin kabul edilişinin 67. yıldönümünde Dünya'da ve ülkemizde hak ihlallerinin artarak devam ettiğine dikkat çeken Saran, açıklamasında şunları dile getirdi:
“Son dönemlerde yargıda "reform" adı altında yapılan düzenlemeler, yargının siyasallaşmasına neden olmuştur. Tutuklama için öngörülen makul şüphe, keyfîliğe neden olmakta; eşitlik ve masumiyet karinesi gibi kavramlar yalnızca terim olarak anılmaktadır. Ülkemizde gelinen bu son durum karşısında İnsan Hakları Bildirgesi ile güvence altına alınan eşitlik ve masumiyet karinesi mi yoksa güvenlik mi sorusu, yurttaşların akıllarına gelmektedir.
Bu bakımdan, meslek örgütleri ile sivil toplum kuruluşlarına büyük ödevler düşmektedir. Etkin sivil toplum kuruluşları ile temel hak ve özgürlüklerin yaşama alınması mümkün ve teminat altında olacaktır. Bir görevleri de hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak, korumak ve bu kavramlara işlerlik kazandırmak olan avukatlar ve barolar da, insan haklarının yılmaz savunucuları olarak kalmaya devam edeceklerdir.
İnsan haklarının tüm toplumların bilincinde yerleşmesi, insana "insan" olduğu için doğumundan ölümüne değer verilmesi, toplum bazında birey, devlet bazında ise demokrasi gelişimiyle olabilecektir. Bu bağlamda, tüm toplumların, bütün insanların özgür ve eşit doğduklarını, milli kimlerin üstünde insanlık muhabbetinin olduğunu unutmamaları gereklidir.
Ülkemizin son zamanlarda ihtiyacı olan barışın sağlanması, insan haklarına saygı göstermeyle mümkün olabilecektir. Nitekim Ulu Önderin de söylediği gibi, insan haklarına saygı göstermeyen kişi ve milletler asla barışı sağlayamazlar.
İnsanın insan olmasından doğan haklar, ne renginden, ne dininden ne etnik kökeninden gelmektedir. İnsanın sadece "insan" olması yeterlidir. Zaten akıl ve vicdana sahip bir birey hiçbir ayrım yapmadan birbirlerinin zihniyetine saygı duyarak onun haklarını bilir. Ve insanlar arasındaki kardeşliği göz ardı etmeden din, dil ayırmadan insanı olduğu gibi kabul edenler, sorumluluğunu da bilen insanlardır. Albert Einstein'in da söylediği gibi, aptallara göre insanlar; ırk, cinsiyet, milliyet, yaş, statü, renk, din ve dil başta olmak üzere 8'den fazla kategoriye ayrılırlar. Halbuki olay bu kadar komplike değildir. İnsanlar sadece 2'ye ayrılırlar: İyi insanlar ve kötü insanlar. İyi insanların yeryüzünü kucakladığı günler ümidiyle hak ve eşitlikler uğruna yapmakta olduğumuz mücadeleye devam edeceğimizi bildiririz.”
(Taner ŞİMŞEK)
Editör: TE Bilisim