Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mevlüt Uyanık da, 2011 yılında “Eğitimde Birliğin Sesi” isimli yayın organında çıkan “Ortadoğu’da barış için 2. Kadeş Antlaşması” başlıklı yazısını ÇORUM HABER’e gönderdi.

Prof. Uyanık, bu yazısında, Hititlerle Mısırlılar arasında imzalanan bu tarihi anlaşmanın Ön Asya’da barış getirdiğini hatırlatarak, II. Kadeş Antlaşması’nın altyapısını hazırlama görevinin de Türkiye’ye düştüğünü savunuyor.

ORTADOĞU’DA BARIŞ İÇİN 2. KADEŞ ANLAŞMASI

Ortadoğu, ateş altında, yaklaşık on sekiz ülkenin halkları önemli değişim ve dönüşümler yaşıyor. Aslında Ortadoğu yeni, modern bir terim. Yakındoğu, Uzakdoğu gibi kavramlar, I. Dünya Savaşı'yla birlikte İngilizler tarafından kullanılmaya başlıyor, II. Dünya Savaşı sonrasında iyice sosyo-politik açıdan kabulleniliyor. Bir zamanların üzerinde güneş batmayan imparotorluğu olan İngiltere'nin, dünyadaki kontrol ve egemenliklerini sürdürmek için kullandığı jeopilitik kavramları hepimiz sorgusuz sualsiz benimsedik. Ama Amerika ve Rusya'nın tanımları da farklı, dolayısıyla adı gibi sınırları da farklı Ortadoğunun. Her tarafında kargaşa, terör ve iç çatışmalar var. Nasıl bir planlama yapıldıysa bu coğrafya, yıllardır huzur ve rahat yüzü görmüyor.

SYKES-PİCOT ANLAŞMASI

Sykes-Picot Antlaşması 1916'da İngiltere temsilcisi Sir Mark Sykes ile Fransa temsilcisi M. F. George Picot arasında imzalandığı için adına “Sykes-Picot Antlaşması” denilen metin gereği, Osmanlı topraklarını İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya arasında paylaştırdığını hatırlarsınız. “Ortadoğu”nun kuzeyinde Türkiye, güneyinde Yemen, doğusunda İran, batısında Mısır var. Şu anda Yemen ile Türkiye arasındaki tarihsel bağı iliklerime kadar hissediyor ve Osmanlı'nın niçin son ana kadar, her türlü bedeli ödeyerek, bu bölgede kalmaya çalıştığını bir kez daha anlıyorum. Osmanlı yönetimi I. Cihan Harbi'nde bölgeden çekildi. Jeopolitik olarak çekirdek konumunda olan Ön Asya'ya yani Anadolu'ya çekilip yeni bir devlet kuruldu.

Arap dünyası “Zulmet ve cehalet dönemi” diye düşündükleri Osmanlı sonrasında özgürleşeceğini düşünürken, Batılı güçlerin istilasıyla karşılaştı. Önceden Osmanlı zamanında hilafet ve İslam dini referanslı yönetim yerine, kavmiyetçi- seküler veya aşiret ve dini referanslarla yönetilen ama küresel siyasi ve ekonomik güçlerin himayesinde varlıklarını sürdüren totaliter yapılara dönüştürüldü. Fiili ve fikri sömürgeden kurtulalım derken, daha sert bir sarmalın içine düştüler. Demokrasi, Cumhuriyet, Sosyalizm ve İslam kavramları heryeri kaplamış, ama kimse ataerkil ve patrimonyal yapıdan vazgeçmek istemiyor. Irak'ın durumu malum. Libya ve Suriye'de kardeş kardeşi öldürüyor. Yakın Doğu diye isimlendirilen bölgedeki Afganistan ve Pakistan'ın durumunun da farklı olmadığını görünce, soğukkanlı reel bir politik ile bölge yeniden dizayn edilmeye mi çalışılıyor, sorusu akla geliyor. Çünkü gelişmeler demokrasi, insan hakları, yoksulluk ve yolsuzluğu ortadan kaldıracak bir sistem arayışını göstermiyor. (http://www.haberlotus.com/2011/04/ii-arapuyanisi-mi-sogukkanli-reel-politik-mi/)

en iyi örneği, bölgedeki olayları anında bütün dünyaya duyuran el-Cezire kanalının da sahibi olan Katar devletidir. Orada da farklı bir yapı yok, ama ABD başkanının mikrofon açık olduğunu unutup, söylediği üzere, kişi başına düşen ekonomik gelirin fazlalığından dolayı, Katar ve bazı emirliklerde karşı hareketler bulunmuyor. Ya da Bahreyn örneğinde olduğu gibi görmezlikten geliniyor.

ORTADOĞU HAREKETLENMELERİ VE TÜRKİYE

olaylar doğrudan Türkiye'nin de güvenlik hattını tehlikeye düşürüyor. Hapisteki terörist başının geçenlerde halkı, Arap dünyasındaki hak arayışlarına gönderme yaparak ayaklanmaya çağırması bu bağlamda önem kazanmaktadır. Bölgedeki en köklü parlemanter sisteme sahip, laik, demokratik Türkiye'yi; patrimonyal, monarşik ve totaliter ülkelerle özdeş tutarak, PKK ve onun ülkedeki uzanımlarına yönelik olarak sizler de kalkışma içinde olun sözü, Ortadoğu'nun kuzey sınırının da olayların içine çekilmek istenmesini göstermektedir. Halbuki İslam aleminde en uzun parlementer sisteme sahip devlet geleneğini devam ettiren Türkiye, bu sarmalın içine çekil(e)mezse, bölgesel barışın ikinci kez temininde önemli katkılar yapabilir. Eğer bölgede yeniden bir barış imkanından söz edeceksek, yapay isimlendirmelerle değil, gerçekten “Afrikalı, Avrupalı, Asyalı, Balkanlı ve Kafkasyalı” bir geleneğin ürünü olan Türkiye Cumhuriyeti'nin olası katkıları göz ardı edilemez.

II. KADEŞ BARIŞ ANTLAŞMASI İHTİMALİ VE TÜRKİYE

Tarihte ilk eşit şartlı antlaşma M.Ö.1280'de Mısırlılar ile Hititler arasında imzalanmıştı. Taraflardan biri, Anadolu'yu vatan tutan Çorum'u (Boğazkale) Başkent kılan Hititlilerdi. Kadeş antlaşması ile Ön Asya'ya barış gelmişti. Bu coğrafyada yaşanan siyasi ve sosyal olayların bölge ülkeleri arasındaki ilişkileri ve ticari hayata etkileri o zaman düzelmişti. Şimdiki devletler de Mısır ve Türkiye. Mısır, son olaylarda etkin konumunu yitirdi. İran'a ise bölgede daima şüpheyle bakılıyor.

O halde II. Kadeş barış antlaşmasının altyapısını hazırlama görevi Ortadoğu'daki “Köşe devlet”lerin hepsiyle de ekonomik ve kültürel açıdan ilişkilerini geliştiren Türkiye'ye kalıyor. Sebeplerine gelince; II. Dünya Savaşı sonrasında, Dünyayı Kuzey, Güney ve Gelişmekte olan ülkeler diye ayıran soğuk savaş stratejisine karşı direnç oluşturmak için Türkiye; Nato, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği, AGİT gibi kurumlarla ilişkisini güçlendirerek, yönünü insan hakları ve demokrasiye doğru olduğunu gösterdi.

1991 yılı itibarıyla “Çift Kutuplu Dünya” yerini tek kutuplu “Yeni Dünya Düzeni”ne bırakmaya başladı. 11 Eylül 2001 olayları vesile edilerek, Ortadoğu ve Yakın Doğu diye isimlendirilen yerlerdeki enerji kaynaklarına yönelik müdahaleler başladı. Türkiye bu yeni durumlara hemen gerekli refleksleri göstererek “özne” olmaya çalıştı. Yakın çevresiyle olan Orwelvari, herkes düşman politikası yerine “sıfır problem” adıyla ilişkilerini ekonomi ve kültür merkezli iyileştirmeye başladı. Vizeler kaldırıldı ve neredeyse kimlikle geçilebilecek kardeş ülkeler oluşmaya başlamıştı.

İran ve Suudi Arabistan petrol merkezli bir ekonomik büyüme sağlarken, Türkiye, önemli oranda petrol ve enerji ithal eden bir ülke olarak bölgede en büyük ekonomik kalkınmayı sağlayan devlet olarak bölgede tarihsel gücünü güncelledi. Yakın bölgeyle yetinilmeyip, Rusya'yla da vizeler kaldırıldı. Çin ve Hindistan gibi ekonomik ve siyasi açıdan önemli, ama hep ihmal edilmiş güçlü devletlerle yeniden ilişkiler kurulmaya başlandı. Afrika'nın birçok ülkesine ve Latin Amerika'ya ulaşılma çabaları arttı. Böylece Türkiye'nin uluslararası siyasette görünürlüğü artmaya başladı.

Bu etkinliklerin sadece resmi olarak değil, STK ve ekonomi birliktelikleriyle ortaklaşa yapılması ülkemizin gücünü daha da artırdı. Velhasıl Türkiye'ye bölgesel barışı “Merkezi Devlet” olarak temin etmede önemli rol düşmektedir. (Abdullah Türkmeni, Taazumu'd-Devri'l-Iklimi Li't-Turkiya, Tunus.2010; al-Mustakbelu'l-Arabi, sayı.384.Şubat, 2011/2:158-162 (Hadi Gayloni'nin kitap tahlili)

SONUÇ:

Tarih yapan “özne” olarak yüzyılların birikimiyle bu çalışmalar başarıya ulaştığı takdirde, Ön Asya'da ve Arap dünyasında barışın 2. kez gerçekleşme ihtimali güçlenecektir. Ayrıca Türkiye üzerine operasyon yapanların hevesleri kursaklarında kalacak, bölgesel ve merkezi güç olarak yeniden Anadolu çekim merkezi olacaktır. Böyle olunca, kim ve hangi nedenle ülkemizden ayrılmak ister ki?

(Bu yazı Eğitimde Birliğin Sesi, yıl.2, sayı:4/2011, ss.9-10 yayımlanmıştı.)

Editör: TE Bilisim