Türk maden sanatı tarihi hakkında bugünkü bildiklerimiz, her tür sanatsal etkinliğin Osmanlı sarayı için üretildiği zengin bir koleksiyondan elde edilmiş bilgilerle sınırlıdır. Saray için üretilmiş kap-kacak ve süs eşyası üzerinden yazılmış ve daha çok genellemeler üzerine kurgulanmış bu maden sanatı tarihinde, taşranın ortaya koyduğu yerel ürünler ya bu değerlendirme içinde yer alamamış ya da birkaç sıra dışı ürünle sınırlı kalmışlardır. Hâlbuki Anadolu’da yerel teknik, form ve bezeme bakımından demir, bakır ve pirinç gibi madenlerle üretilmiş zengin bir maden sanatı/zanaatı etkinliğinin varlığı, bölgesel müzelerin arşivlerinden ve özel koleksiyonlardan bugün izlenebilmektedir.

Öte yandan, böylesi bir üretim etkinliğinin gerçekleştiği ortam hakkında bildiklerimiz de bölgeye odaklanmayan, Ahilik teşkilatı üzerine derlenmiş genel bilgilerden ibarettir. Üretim teknikleri, mekânlar, kişiler, iş ahlakı, törenler, gelenekler yörelere göre değişen ve üretim etkinliğinin asıl özgün yanını ortaya koyan bu unsurlar henüz yeterince aydınlatılamamıştır. Oysa bugün yalnızca birkaç üyesi kalmış, 70’li 80’li yaşlardaki bakırcı ustalarının anlattıkları, 1950’li yıllarda Çorum’daki bakırcı esnafı, geleneği, iş ahlakı ve ortamı konusunda ilginç ve özgün bilgiler içermektedir.

Bu çerçevede, emekli bakırcı ustası Elvan Sağlık, 1930’lu yıllara kadar inen bakırcılık yılları hakkında şu bilgileri vermektedir:

“1930’lu yıllarda bakırı İstanbul’dan alıyorduk. Bakır, 1x2 m ölçülerinde üst üste konulup, çelik çemberle paketlenmiş olarak gelirdi. I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte Almanya bakır ihracını durdurdu. İhtiyacı karşılamak için Kahramanmaraş’tan külçe bakır getirildi. Ancak o da yeterli olmadı. Bu kez İsmail Özbakır (Kolsuzun İsmail) hurda bakırları pota içinde erittikten sonra, çoraktan yaptığı kalıplara dökerek külçe bakır elde etti. İsmail usta çok çalışkan ve yeniliği seven bir insandı. Meşin körüğün yerine, tek el ile döndürülerek hava veren metal körüğü ilk kez o kullandı. Külçe dökümünden sonra el ile çalışan bakır haddeyi de Çorum’a o getirdi. Düğünlerde pilav ikram edilen kayık tabağı o yaptı. Banyo kazanı ve toprak güvecin bakırdan imalatını o gerçekleştirdi. 1965 yılında da Çorum’a krom-nikel kaplamayı kurdu.”

Elvan usta, İsmail Özbakır’ın dışında Hacı Kızının Cemal, Helimoğlu’nun İbrahim, Hikmet Satır, Hıdır Tuluk, Mehmet Elbir ve Gazi Özbakır gibi ustaların da o dönemde işinin ehli ve hatırı sayılır ustalar olduklarından bahsetmektedir.

Aktüre, 19. yy.da bakırcılığın Çorum kentinin geleneksel üretim kollarından birisi olmasına karşın bu yıllarda kentte haddehane bulunduğunu gösteren herhangi bir bilgi bulunmadığını, Çorum bakırcıları için gerekli saf bakırın en yakın bakırcılık merkezi olan ve birkaç haddehaneye sahip Tokat’tan getirilmiş olabileceği değerlendirmesini yapmaktadır. Bu durumun 20. yy.ın ikinci yarısına kadar sürdüğü anlaşılmaktadır.

Çorum’da ilk bakır haddehanesi 1950 yılında Mehmet ve Hüseyin Kaynak kardeşler tarafından kurulmuştur. Kentte ikinci haddehane Mehmet Ayman tarafından kurulmuş, haddenin küçük olması işletmenin ancak 1960 yılına kadar hizmet vermesini sağlamıştır. “Emek Bakır” adı altında Hüseyin ve Bahri Ekmekçi kardeşlerin kurduğu işletme Çorum’daki üçüncü haddehanedir. Bunları Karamanlar ve Hançerliler’in işletmeleri izlemiştir.

1940’lı yıllarda Çorum’un belli başlı bakırcı ustaları (Soldan sağa, ayaktakiler: ?, Hasan Koşma, Hacı Kızının Cemal, İsmail Özbakır. Oturanlar: Hüseyin Özbakır, Hıdır Tuluk, Kalaycı Mustafa) (H. Tuluk arşivi)

Başta mutfak eşyaları olmak üzere pek çok alanda yaygın kullanımı olan bakır talebini karşılamak için çevre kasaba ve köylerden hurda bakır toplanır, eritilip potalara döküldükten sonra haddeye verilir, yeniden levha bakıra dönüştürülürdü. İlkel denebilecek bir teknolojiyle ve mazotlu motorlarla gerçekleştirilen bu işlemde, çekilen levhada kalınlık farkı olsa da Çorum’un kendi ihtiyacını karşılayabilecek yetkinlikteydi. Ancak bu dönemde bakır kıtlığı nedeniyle kasaba ve köylerden toplanan eski kap kacakların eritilerek yeniden kullanılması, sanat tarihi bakımından bugünden bakıldığında Çorum bakırcılık zanaatının çok daha gerilere giden zarif örneklerinin yok olmasına neden olmuştur.

1940’lı yıllarda çırak, kalfa ve usta bakırcı esnafı (H. Tuluk arşivi)

Her şeye rağmen 1950’li yıllarda hem çok kazançlı, hem de çok itibarlı olan Çorum’da bakırcılık zanaatı, belirgin biçimde bir Ahilik geleneği üzerine kuruluydu. Çırakların işe alınmasında doğruluk ve ahlak öncelikli olup, referans istenirdi. Çırak için usta bir velinimet, ustası için çırak da manevi bir evlattı. Onun sözleri baba gibi geçerliydi. Aile fertleri tarafından da öyle bilinirdi.

Kurban ve Ramazan Bayramı arifesinde ustalar kalfa ve çıraklarını hamama götürür, varsa ihtiyaçlarını karşılar ve bayram yemeğine davet ederlerdi. Bayram namazından sonra birlikte yemek yenilir, ustanın ve eşinin eli öpülürdü. Ustanın hanımı da kalfa ve çırak için değerli ve saygındı. Usta, çırakların harçlığını verdikten sonra evden ayrılırlardı.

Eşref Bülbül dükkanında tel sararken (H. Tuluk arşivi)

(Sürecek)

Editör: TE Bilisim