Şunu da üzüntümü ifade için yazacağım.

Kut-ül Amare cephesinde harp devam ettiği müddetçe Dicle nehrinin üzerine bir köprü yapılamamıştır.

Irak cephesi mevcut iken bir sahilden diğer sahile geçmek için nehir tekneleri ve kelekler ile geçmek mecburi idi. Her daim, her saat karşıdan karşıya geçmek mecburiyeti hasıl oluyordu. İki seneye yakın bu hal devam etmiştir. 18. Kolordu ve cephesi burada iki seneden fazla bir cephe kurmuş olduğu halde bir köprü yapılmamıştı. Köprü olmadığından teknelerle karşıya geçmek istenildiğinde en az bir kilometreye yakın aşağılarda bir yere çıkılırdı. Bu iş yani gidiş-dönüş zaman zaman daha tehlikeli olurdu. Şöyle ki, suyun akışı hızlanır tekneyi zaptetmek mümkün olmaz, daha aşağılara düşmana yakın yerlere sürüklenir ve kıyıya çıkarsınız. Oradan istenilen yere gitmek için yorulur ve zaman kaybedersiniz.

İşte bu hal iki seneye yakın devam etti. Bir köprü kurmak mümkün mü değildi veya kurmak mı istemedik?...

Irak cephesi terk edilip bu cepheden tamamen askerimizi Kut-ül Amare'ye çektiğimizin hemen akabinde İngilizler çekildiğimiz bölgelere gelip yerleştiler. Onların bu yerleşmelerini de bizler seyrettik.

Olan şu ki, bir sabah baktık ki, İngilizler o gece bir köprü kurmuşlar. Gel de kahrolma!

İngilizler kurdukları köprüden topçularını, piyadelerini, süvari kıtalarını da ırmağın bu sahiline geçirmişler. Şiddetli bir taarruzla ortalık mahşere dönmüş bir vaziyette. Cephemizden yan tarafımızdan ve arkamızdan gelen düşman ateşi ortasında kaldık. Öyle dehşet husule gelmiştir ki, sanki düşman neyi var neyi yok bütün levazımât-ı harbiyesini bizim tepemize boşaltıyor. Tepemizde uçan tayyareler, topçu bombardımanı, piyade, makineli tüfenk mermileri arasında Kahraman Türk askeri hayret ve heyecan içinde kalmakta. Nasıl kalmasın ki, düşman bizden kat be kat üstün ve kuvvetli. Malzemesi ve mühimmatı ve nakliyesi velhasıl bütün teçhizatı mükemmel ve muntazam. Biz ise mahrumiyet içinde ve yirmi dört saatte bir defa karavana ile yetindiğimiz gibi diğer mühimmat ve malzememiz de o nispette idi.

İşte bu mahrumiyetler içinde Türk kahramanları göğüs göğüse ve boğaz boğaza çarpışmaktan geri kalmıyordu. Fakat ne çare ki, Türk askeri senelerden beri yorulmuş ve cepheden cepheye koşarak yıpranmış, yorgun ve bîtap kalmıştır.

İngilizler ise müstemleke askerleri kullanıyorlar kendi ırk ve cinslerinden olan askerlerini geri mahallerde ve mühim olan muharebe tehlikesi olmayan yerlerde kullanıyorlar. İngiliz askerleri yürüyüş halinde çanta taşımıyor. Yalnız silahı ve matarası ile yola gidiyor. Çantaları ve ağırlıkları kamyonlarla taşınıyor. İşte öyle bir dengesizlik ki her şey buna göre...

İngilizler şafak karanlığında başlattıkları taarruzlarına aralıksız devam ediyordu. Artık orada durmak ve tutunmak ve müdafaa etmek imkânı kalmamıştı. 18. kolordu bir taraftan mukabil taarruzda bulunuyor, diğer taraftan da tekmil efradı muhasara altında kalmak tehlikesinden kurtarmak için teşebbüste bulunuyordu. Öyle bir mukabil taarruza başlanmıştı ki emsali görülmemiş aslanlar gibi savletlerle hücuma kalkışan Mehmetçikler, zaman zaman düşmanı zor duruma sokuyordu. Artık süngüler takılmış ve Allah! Allah! seslenişleriyle müthiş bir boğazlaşma ve can pazarı başlamıştı. Askerlerimiz bu hücumlarıyla muvaffak oldular ve kendilerine bir çıkış yolu açarak geri çekilme imkânı hasıl oldu.

İngilizler Türklerin bu geri çekilen askerlerin yollarını kesmek istemişlerse de aciz kalmışlardır.

Ric'at (geri çekilme) muntazam surette başlamış ve son süratle devam etmiştir. Ordu İmam Muhhez mevkiine kadar çekilmiş ve İngilizler de mütemadiyen takip etmişlerdir.

Kut-ul Amare'den bahsedeceğim.

Kut kasabası ayrı bir kasabadır Amare de ayrı bir kasaba. Her ikisi de birbirine yakın olduğundan Kut-ül Amare ismiyle yad olunmaktadır. Her iki kasabadan da eser ve nam-u nişan kalmamıştır. Muharebe meydanı olduğu sebebiyle hiçbir ev ve bir tek dikili ağaç bile kalmamıştır.

Esasen bu sahrada olan kasaba namı altında' dile gelen şehirler köy gibi yerlerdir.

Bu acıklı ve elim olan ric'at muntazam devam etmiş ise de ne de olsa mühimmat ve levazımdan çokça zayiat verilmiştir.

Nakliyemiz hayvan ve hayvanlı arabalar ile olduğundan taşınmaya elverişli olanlar götürülmüş, zor taşınabilen ağırlıklar düşmana kalmış veya edilebildiği kadarıyla imha edilmiştir.

Bu suretle İmam Muhhez mevkiine kadar gelinmiş ama orada da tutunmak imkanı olmayınca Salmanpak mevkiine kadar bu ric'at devam etmiştir, İngilizler de bizi adım adım takip etmeyi sürdürmüşlerdir.

Salmanpak'ta 15 gün kadar kalabildik. Bu 15 gün içinde İngilizler hafif temasta bulunmuşlar ve biz de karşılık vermişizdir.

Bu on beş gün içinde İran'dan gelen Diyale nehri üzerine köprü kurmak için çalışıldı. Nihayet bir köprü kurulup tamamlanmıştı. Köprünün kuruluşunun sebebi yine ric'at etmekliğimiz için.

Burada ric'at esnasında başımıza gelen bir talihsizlikten bahsedeceğim.

Bizim makineli tüfenk bölüğünün sekiz adet makineli tüfeği vardı. Bunlardan ikisi paralanmış (bozuk) olduğu için ağırlıkta duruyordu. Ric'at esnasında bu tüfenkler ağırlıklar ile birlikte idiler, İmam Muhhez mevkiine geçildiği akşam, Dicle nehrinden İngiliz gambotları ric'at eden bizim ağırlığı topa tuttular. Arka taraftan da İngiliz süvarileri de üstümüze baskın yapmış olduklarından ağırlıkta bir panik husule geldi. Herkes kaçmaya başladı. Akşam olduğu için kimsenin kimseden haberi yok. Zapturap da olmadığından bütün ağırlık (efradı) dağılmaya başladı. Bu meyanda biz de kaçtık. İtiraf edeyim ki, bu kaçma çok adi bir şekilde olmuştur. Ağırlık hayvanlarını süren neferler yükleri bıçaklayarak ve hayvanlara binerek kaçmışlardır. İşin vahameti meydanda olduğundan bu işin önüne geçilemedi. Hiçbir kimseye söz anlatamadık. Neticede İki tüfenk meydanda olmadığı anlaşıldı. Aradık etrafa sorduk sual ettik, tüfenklerle ilgili bir haber alamadık.

Nihayet ordu geldi. Karargâh kuruldu. Vaziyeti bölük kumandanına anlattık. Bölük kumandanı bu verdiğimiz malumattan son derece müteessir oldu , hiddetlendi. Nalbant, çavuş, saraç ve depo onbaşısı ve üç- beş nefer daha çağırıldı. Bölük kumandanı bu yazdığım efrada bir dayak attı. Ben de sıramı bekliyordum. Dayak faslı hitam bulduktan sonra bana hitaben; " tüfenkleri bulacaksın, bulamadığın taktirde başının çaresine bak!" demiş ise de kendi nefsime bu laf bana çok ağır geldi. Keşke bana da dayak vurmuş olsaydı da diyerek son derece müteessir oldum.

(Sürecek)

Editör: TE Bilisim