ESİR KAMPI

Evvelce hazırlanmış olan kamp civarına geldik. Bu kampa bizden evvel getirilmiş olanlar var.

Yaklaşık sekiz yüz kişi kadar mevcutları varmış. Uzaktan bağırıyorlar.

Falan yerli var mı? Filan yerli var mı? Karşılıklı bağrışma ve hal hatır sorulmağa başlandı. Bizi hemen kampa sokmadılar. O geceyi kamp dışında geçirdik. Ertesi gün bizi tekrar dezenfekte yaptılar. Kirli çamaşırlarımızı aldılar. Yeniden çamaşır, elbise, çorap verdiler. Kampa soktular.

Kampa girdiğimiz zaman adeta koyun kuzuya karışır gibi bir manzara hasıl oldu. Herkes kendi şehirlisini, köylüsünü arıyor. Bir havadis alırım diye umutlanıyor.

Olduğumuz mevkiyi bizden evvelki esir arkadaşlardan sorup öğrendik.

Mandalay vilayetinin Mektila kasabasında imişiz. Mektila kasabası kampa 3-4 kilometre mesafede imiş.

Kamp en boy 2X2 kilometre genişliğinde. Etrafı tamamen tel örgüsüyle çevrili. Bu tel örgü engeller dikenli tel denilen cinsten. Bu tel örgünün sadece bir tek kapısı var.

Tel örgülere on beş metre kadar uzaklıkta içte pavyonlar yapılmış. İki katlı inşa edilmişler. Üst kata merdivenle çıkılıyor. Her bir pavyon iki yüz kişiyi serbestçe alacak genişlikte. Bu pavyonların duvarlarının yarısı açık. Hava hiç soğuk olmadığı için üşünmüyor. Duvarlar kamıştan. Kamışlar kesilerek ince uzun tahtalar haline getirilmiş. Bu kamış tahtalar örülerek duvarlar yapılmış. Çatı üzerinde yine tuğla yerine kamış döşenmiş.

Her pavyonun karşısına bir mutfak yapmışlar. Bu mutfaklar umumiyetle zemine yapılmış. El-yüz yıkama yerleri olduğu gibi ocakları vesairesi de mevcut. Mutfakların girişinde büyük bir kazan ve içleri permanganat suyu ile dolu. Bunlar el temizliği için.

Pavyonlardan biraz ileride büyücek bir çamaşırlık yapmışlar. Değişik ölçülerde taş tekneler koymuşlar. Orada hem çamaşır yıkıyoruz. Hem de hamam yapabiliyoruz. Daha ileride helalar. Bu helalar o kadar muntazam ve o kadar temiz ki hela demeye şüphe ediliyor. Üzerleri kapaklı ve def-i hacet için küçük ve büyük abdestlere mahsus çanaklar konulmuş. Her taraf itina ile yapılmış. Buranın temizliği, hergün üç defa olmak üzere Hindular tarafından yapılıyor. Temizlikte alınanlar da demirden, kapalı arabalara konularak uzak yerlere götürülüyor ve gömülüyor. Helaların olduğu yerler sular ile yıkanır, mükemmel temizlenir. Asit-fenikli sular dökülür, koku olmadığı gibi bir tek sinek bile görülmez. İşte böyle bir yerdeyiz.

Tel örgünün etrafında da süngülü İngiliz askerleri. Bu askerler henüz askere alınmış genç, saf İngiliz askerleri.

KAMPTA BİR GARİP HEMŞERİ

Kampa girdiğimiz zaman Ahmet efendi isminde bir zatla karşılaştım. Beni yanına alarak son derece izzet ve ikramda bulundu. Hamam yaptırdı. Yemek yedirdi. Velhasıl lâyık olmadığım hürmeti bana karşı yaptı. Bu adam büyük babamı ve büyük annemi tanıyor. Peder ve validemi de tanıyor. Öyle ki, evimizin içini benim kadar biliyor.

Bu adama , "sen kimsin, hangi mahalleden, kimlerdensin?" diye sual ettiğimde Çorum'un içinden değilim cevabını veriyor. Velhasıl hüviyetini alenen söylemekten çekiniyor. Bu adamdan daha ileride de bahsedeceğim.

Kamp mevcudumuzun iki bine yakın olduğunu biliyoruz. Kampın içinde namaz kılacak mahal yapmışlar, İmamlar ve müezzinler ayırmışlar. Mübalağa olmasın iki bin kişi tekbirlerle beş vakit namaz kılıyor, Kur'an okunuyor. Namazdan sonra herkes musâfaha ediyor. (Birbirine iyilikler diliyor, duada bulunuyor) bu suretle vaktimiz geçiyor. Şu hale bakılınca mahpusluktan gayri bir derdimiz yok. Vaziyetimiz kötünün iyisi.

Çorum'un köylerinden ve kazalarından da arkadaşlar vardı. Hep hemşeriler bir araya geliyoruz. Kardeş gibi görüşüyoruz. Tatlı sohbetlerimiz oluyor.

Sabah namazları cemaatle kılınıyor. Kampta umumiyetle efrat namaz kılıyor. Kılmayanlar da etrafına bakarak mecburen kılmaya başladılar. Öyle tatlı ve ahenkli bir manzara oluyor ki, İngilizlerden başka Mecusiler de bizim birlikte yaptığımız ibadetimize hayran kalıyorlar.

Öyle bir birlik ve bağlılık var ki, cümlemiz bir aile gibi görünmekteyiz.

Sabah namazından sonra bütün esirler yoklama meydanına çıkarılır. Başımızda İngilizler olduğu halde her pavyon efradı ayrı ayrı dörder olarak yoklama meydanında mevcut olunur.

İngilizler sayarlar, tamam olduğunda o gün için angaryacı efrat ve su için de yine ayrıca efrat ve temizlik için de efrat göreve ayrılır. Diğerleri serbest kalır.

Kampın her tarafında temizliğe dikkat ediliyor. İngilizler bize sabah akşam devamlı kampta mıntıka temizliği yaptırıyorlar. Kampta yerde bir çöp görmek mümkün değil.

Esirlere erzak olarak mevcuda göre sığır eti, pirinç ve sebze veriliyor. Ekmek olarak ise un veriliyor. Ekmeğimizi kendimiz yapıyoruz. Yevmiye günlük- adam başına beş adet sigara ve üç günde bir defa bir çorba kaşığı kadar toz şeker ve o kadar da kahve veriyorlar. Bu ahenk orada durduğumuz müddet hiç değişmedi. Cezalı olduğumuz günlerde sigara, şeker ve kahve verilmez, erzak yarım olarak çıkıyor.

Su meselesine gelince iki kilometre kadar bir mesafede büyük bir göl vardı. Efradı oraya götürürler tulumbalarla gölden su çekilir. Evvelce yapılmış olan iki büyük havuza akıtılır, bu havuzlar dolar. Buradan kampa sabah bir saat ve akşam da bir saat olarak su akar, herkes kaplarını doldururdu.

Bulunduğumuz kamp dahilinde bir tek dikili ağaç yoktu. Civarımızda da uzaklara kadar dikili olan ağaçlar tamamen kesilmiş çevre boş bir hale getirilmiş.

manda yoktu veya biz görmedik. Bize verilen et daima sığır eti olurdu. Hindistan'ın sığırları çok meşhurdur. Öyle boğalar var ki, deve gibi yüksek ve boyunları deve hörgüçleri gibi hörgüçlü.

(SÜRECEK)

Editör: TE Bilisim