Tren hattı çift hat olarak döşenmiş. Yine erzakımız et konserve ve ekmek olarak dağıtılıyor. Tren, istasyonlarda çok az duruyor. İstasyonlarda halk ile temas etmek kesinlikle yasaklanıyor. Bu suretle üç gün üç gece mütemadiyen seyahatimiz sürdü. Bu üç gün içinde bizi hiçbir istasyonda indirmediler. Üçüncü gecenin sabahına karşı Kalküta'ya geldik. Hemen trenden indirdiler.

Kalküta şehrinin Bombay'dan daha büyük olduğu ilk görüşte belli oluyordu. Çok muntazam binalar ve geniş caddeler dikkat çekiyor. Kalküta'da bizi hiç eğlemeden doğruca iskeleye götürüp büyük bir vapurun ambarına yerleştirdiler. Yine süngülü İngiliz askerleri başımızda. Artık bu askerlerle ünsiyet peyda ettik. Ve teklifsiz bir vaziyette sohbet ediyoruz. Tabi ki bu sohbetler dille değil işaretlerle. Vapur hareket edip yoluna devam etti. Dördüncü gün Rangon şehrine geldik.

Bu şehir de Bombay ve Kalküta'dan geri kalmaz, muazzam bir şehir. Karaya çıktık. Bizi yine şimendifer istasyonuna götürdüler, iki saat bekleyeceğimizi söylediler.

Burada bize kazan, odun ve erzak verdiler. Yemeğimizi kendimiz pişireceğiz. Pirinç, et ve ekmek. Et geç pişer önce pilav yapalım sonra eti pişiririz eti yanımızda götürebiliriz denildi ise de hem eti hem pilavı pişirelim diyenler ağırlıkta oldu. Pilav pişti, et pişmedi.

İstasyondan gelip geçen şehir halkı bizi seyrediyor. Herhalde onlar için bizim halimiz cazip bir manzara arz ediyor olmalı. Biz orada kaldığımız müddet zarfında bu seyircilerin sayısı binleri buldu.

Bu arada tren geldi ve hareket etmemiz istendi. Burada çok çirkin bir durum sergilendi. Pişmemiş etler kazanlardan kapışıldı. Aslında pilavla doymuştuk. Böyle pişmemiş et kapışmaya hiç gerek yoktu. Kime ne dersin, ne söylersin. Artık herkes aynı rütbesizlikte. Hepimiz esiriz. Kimse kimseye fazla bir söz geçiremiyor. Emir komuta zinciri aramızda bulunmaz oldu. Herkes söz sahibi. Biraz fazla itiraz edene burası Türk karargâhı değil diye mukabele ediliyor, sen ne isen ben de oyum, gibi münasebetsiz laflar sözler ediliyor.

* * *

Artık nerede olduğumuzu bile bilmiyoruz. Rangon adını duymadığımız bir şehir. Nöbetçi İngilizlere sorduk.

Burasının Hindi-çini ve Birmanya eyaleti olduğunu bize söylediler. Malum Hindistan İngiliz'in sömürgesi. Haliyle eyaletleri de İngiliz'in sömürge sahası içinde.

Hindistan'ın doğusunda bulunan bu Birmanya eyaletinin halkı küçük gözlü, Tatar simalı ve yassı alınlı insanlar bizim etrafımızda seyirdeler. İngiliz nöbetçiler halkla temasa izin vermiyorlar.

Hezeran ağacından yapılmış iki tekerlekli faytona benzer arabaları var. Bu arabalar gayet hafif olup iki kişi sığacak kadar oturacak yolcu mahalli var. Bu arabayı bir adam çekiyor. İki adet hezeran ağacından yapılmış oku var. Araba gayet hafif olduğu için uzak mahallere bile gidilecek olsa arabayı çeken adam hiç ağırlık hissetmiyormuş gibi hızla yol alıyor. Esasen geçtiği yerler tamamen düz ve yol ise asfalttır. Bu arabalar hakikaten görülecek bir manzaradır.

Kapış kapış edilen etler efradın ellerinde yerli halk bizi seyrediyor, İngilizler yine fotoğraf alıyorlar (çekiyorlar). İş o dereceye vardı ki; kazanlar bile alt üst oldu. İngiliz nöbetçiler sopalarla bu manzaraya son verdiler. Rezaletin birinci perdesi herkesin vagonlara binmesiyle bitti.

Şimendifer yavaş yavaş hareket etti. Yine etler ortaya çıktı. Yemek için ağızlarına götürenlerin çehresi değişiyor. Çiğ, pişmemiş etler. Yiyemiyorlar ve trenden dışarı atıyorlar.

İşte, bin başa bir baş lâzım olduğu herkesçe malumdur. Başsız ayağın payidar olmadığı gibi bizim de şu anda başımız yoktur. Sadece etrafımızda İngiliz nöbetçiler var...

O gün ve o gece trenle yolculuğumuz devam etti. Ertesi gün öğleden sonra bizi bir mevkiye indirdiler. Artık burada duracağımızı ve başka yere gitmeyeceğimizi söylediler.

Bombay'dan Kalküta'ya kadar olan güzergâhımız hemen umumiyetle ormanlık ve bahçelik mümbit ve mahsuldar olduğu görülen yerlerdi. Çoklukla pirinç yetiştiriyorlar. Yol boyunca muz, Hindistan cevizi, aniye ve ananuz ve sair ağaçlar gördüm. Bunlardan Hindistan cevizi, hurma ağacı gibi uzun ve hurma ağacı gibi ot cinsinden bir ağaç. Dallarının diplerinde birer tane cevizi oluyor. Bu cevizi dalıyla birlikte kesiyorlar. Ertesi sene yine dal sürüyor. Sürgün dalın dibinde yine meyvesini veriyor. Bu uzun ve büyük ağaçların dışında elyafı oluyor. Bu elyaftan yatak yapıyorduk.

Meyvenin dış kabuğu gayet sert ve mukavimdir. Bu cevizleri kırıp düzeltir, su tası gibi kullanırdık.

Muz her yerde çoktur. Bunun ağacı da aynen ot ağacı cinsindendir. Pek uzun olmayıp kısadır. Yaprağı mısır yaprağı gibi olup daha enli ve daha büyüktür. Bunun meyvesi de hurma ağacının meyvesi gibidir. Top top dalların dibinde yetişir. Bir topta on parmak on beş parmak muz olur. Uzunca ve gayet tatlıdır. Hele şeker tozu konursa enfes olur.

Aniye: Bunun ağacı da diğer ağaçlar gibidir. Fakat aniye daha leziz ve kıymetlidir. Ananuz da aynen aniye gibi. Ağaç kavunu, demir hindi diye adlandırılan ağaçlar da pek çoktu. Bunlar hüda-i nabit ( kendi başına yetişen) bitkilerdir. Meyveleri tatsız yassı ve uzun sarı sarı olur Ağaçta meyvelerin manzarası pek hoş görülür. Velhasıl ormanlık ve ağaçlık bölgelerden geçtik. Kamışların göklere ser çekmiş kalın ince muhtelif şekillerdeki manzaraları da pek hoştu.

Hezeran ağaçları vesaire bütün bu arazinin üzerinde meydana gelir. Daha bizim göremediğimiz daha nice mahsul ve nebatat vardır. Her taraf yemyeşil ve verimli. Arazisi pek pek arızası diyecek kadar düz. Suyu bol büyük nehirler bu araziyi suluyor.

Hindistan sıcak ise de pek o kadar yakıcı sıcağı yoktur. Olduğumuz mevki yani Birmanya daha sıcak ve Hindistan'a nispetle arazi o kadar ormanlık ve ağaçlık değildi. Şose yolları gayet muntazam asfalta benzer bir şeydir.

(SÜRECEK)

Editör: TE Bilisim