DEZENFEKTE HAVUZU

Basra hakikaten büyük ve mamur bir şehirdir. Üç bin kişiye yakın esir orada bir araya gelmişti. Çadırlardan mürekkep bir havuz yapmışlar. İçine eczalı, asit-fenikli su koymuşlar. Bizi orada cascavlak soydular.

İngilizler dediler ki; " Hiçbir şeyinizi almayacaksınız. İster yeni ister eski çamaşırlarınızı bile almayacaksınız. Hatta bir mendil bile olsa alınmayacak!"

Gömlek ve donlarımızı da çıkarttırdılar. Tamamen üryan ve çıplak olarak dörder sıra dizildik. Bazılarımız mendille ön ve arka kısımlarımız kapamak istemiş isek de İngilizler buna da mani oldular.

Güneşin fazla sıcağından daha çok, İngilizlerin böylece çıplak olarak güneşin karşısında bekletmeleri bizi son derece kahretmiştir. Güya kesilecek bir sürüyüz, sıramızı beklemekteyiz. İngilizler ellerimizde tuttuğumuz paralarımızı da istediler. Buna mukabil makbuz vereceklerini söylediler. Bazıları koltuk altlarına, bacak aralarına ve ağızlarına paralarını sakladılar. Kimileri altınlarını yuttular.

Bizi dörder dörder havuza soktular. Karşı tarafa çıkarıyorlar. Bir battaniye, bir gömlek, bir pantolon bir fotin verip çadırlara gönderdiler.

Manzara cidden çok feci ve aşağılayıcıydı. Çıplak vaziyette insan o kadar müteessir oluyor ki, tariften acizim.

Çünkü karşındaki amir vaziyette olup senin hükmün ve kıymetin hiç yoktur.

Esir olmaktan ise o anda esir olmadan ölmek daha evladır. Ben bu hakikatleri gördüğüm için yazıyorum. Çünkü bu hakikatlere tahammül edilemez.

Şöyle ki, yeni askere alınmış ve geri hizmetlere verilmiş genç İngiliz askerleri bizimle alay ve istihza ediyorlar. Mesela bir İngiliz askeri elinde bir değnek ile çıplak esirlerden birine vuruyor. Can acısından bütün efrat birbiri üzerine yığılıyor. Ve bu manzaraya İngilizler gülüşüyorlar.. Burada ağlamak yine bize düştü.

Bizim bu aciz ve hakir vaziyetlerimizi İngilizler fotoğrafa alıyor ve daha çeşitli pozlar almak üzere bizi muhtelif şekillere sokarak öylece fotoğraflar alıyorlar.

Çarnaçar tahammülden ve sabretmekten başka elden bir şey gelmiyor.

O gün akşama kadar dezenfekte ameliyesi devam etti. Akşam oldu. Herkes yorgun ve bitap bir halde. Hazırlanmış ve kurulmuş çadırlara girerek o gece sabaha kadar uyuduk. Sabah erken bizi çadırlardan çıkararak saydılar. Ve yine tekrar çadırlara girdik. Basra'da yirmi gün kadar tuttular. Bu müddet zarfında bizi bir defa daha dezenfekte yaptılar. Biz de bitten kurtulduk. Temizlenmek yıkanmak için banyo mahalli gösterdiler. Tıraş olduk ve sair temizliklerimizi yaptık. Temizlik bizi biraz daha rahatlattı.

Bu müddet içinde "çalışmak arzu edenler ücretli olarak çalıştırılacaktır" diye tercüman vasıtasıyla ilanda bulundular. Efradın büyük bir kısmı çalışmaya gidiyorlar ve akşamları yine kampa dönüyorlar.

BİLMEDİĞİMİZ YÖNE DOĞRU DENİZDE YOLCULUK

Basra'da durduğumuz müddet zarfında erzakımız muntazam verildi. Memleketimize mektup yazmak için kağıt ve zarflar dağıtıldı. Herkes mektuplar yazdı. Yirminci gün aramızdan bin kişiyi ayırdılar. Biz de bu kafile içindeyiz. Bulunduğumuz yerden bizi sahile doğru götürdüler. Orada hazırlanan bir vapura bindirdiler. Vapurun ambarına bizleri yerleştirdiler. Henüz bizi ne tarafa götüreceklerini bilmiyoruz.

Başımızdaki nöbetçilerden soruyoruz, lakin nereye gidileceğine dair bir bilgi alamıyoruz. Vapurun ambarında ne olacağımızı ve nereye gideceğimizi bilemeden bekliyoruz. Aylarca yıllarca çölde açıkta, kâh çadırda, kâh kum üstünde günleri geçmiş insanlar için vapurun ambarı değişik bir manzara. Hasbıhal ediyoruz arkadaşlarla.

Vapur hareket etti. Basra körfezinden çıkarak açık denize yol almaya başladı. Sabah erken saatte acı bir boru sesiyle sarsıldık. İngiliz askerleri bizi güverteye çıkardılar. Mevcudumuz bin kişiye yakın. Bizi güvertede dizi halinde ayakta tuttular. Her nefere bir cankurtaran simidi dağıttılar. Ve bunları muntazam olarak bellerimize bağladık. Başımızdaki kumandan ve askerler, bizim bağladığımız simitleri muayene ettiler. İyi bağlanmamış olanları tekrar iyice bağladılar. . Tercüman vasıtasıyla "Böyle boru çalındığı zaman derhal simitleri alarak güverteye çıkacaksınız."

Bizi yine ambara indirdiler. Simitler yanımızda. Bize yiyecek olarak et konservesiyle ekmek veriyorlardı. İtiraf etmek lâzım ki, umduğumuzdan daha iyi bakıyorlardı.

Akşamları ve sabahları borular çalınır, biz de derhal simitlerle beraber güverteye çıkar ve saf sıra olur, hazır ol vaziyetinde simitler bellerimize bağlı olduğu halde dururuz. Bir saat kadar bu vaziyette durduktan sonra yine ambara girip yerlerimize oturmaktayız. Bu minval üzere sekiz gün deniz üzerinde hareket ettik.

Bu cankurtaran simitlerini verişlerinin sebebini sonradan öğrendik. Bu denizlerde Alman tahtelbahirleri (denizaltı) olduğunu düşünerek ihtiyati bir hareket olarak bize bunları kullanmayı öğretmişler ve zaman zaman bu tehlike dolayısıyla da güverteye çıkarmışlar. Sekizinci günün sonunda Bombay'a geldik. Vapur rıhtıma yanaştı. Biz sahile çıktık. Hemen orada hazır duran şimendifer vagonlarına bindirdiler. Bombay'a şöyle bu vagonlardan görebildiğimiz kadar yerini görmek üzere baktık. Bombay muntazam bir şehir olup binaları ve sair mahalleri çok muntazam büyük ve meşhur bir şehir olarak görünüyordu. Akşama yakın tren hareket etti. Çok yavaş yol alıyordu. Geçtiğimiz güzergâh hem şimendifer hattı, hem de büyük ve geniş bir cadde idi.

Muntazam çarşıları bir hizada sokak ve caddeleri görüyor ve büyük bir kalabalığın bizi taşıyan tren vagonlarına dikkatle baktıklarını görüyorduk. Artık tren süratlendi. Artık Bombay arkamızda kalmıştı. Biz vagonlarda minderli mevki kompartımanlara yerleştik. Bütün efrat böyle kompartımanlarda seyahat etmiştir. Başımızda yine İngiliz nöbetçiler.

Artık bu yolculukta İngiliz nöbetçi askerleri de daha müsamahakâr, bizimle oturuyorlar. Hatta zaman zaman ellerindeki silahlarını bizim yanımıza bırakıyorlar. İhtimal ki trende bir tarafa kaçamayacağımızı bildiklerinden böyle davranıyorlar. Bizler de taşkınlık denecek veya beklenmedik bir davranışta bulunmuyor veya bulunamıyorduk. Belki bizim bu durgun ve sakin halimiz onları daha müsamahakâr yapıyordu.

askerleri Kalküta'ya kadar trenle gideceğimizi söylediler.

(SÜRECEK)

Editör: TE Bilisim