Hit kasabası ufak bir kasaba olup oldukça hurmalık ve bahçeliktir. Zift kuyuları vardır. Çokça zift çıkar. Kasabaya üç dört kilometre mesafe ve kasabanın batı tarafında miktar-ı kâfi tuzlası vardır. Kasaba halkı bu zifti kum ile karıştırarak binalarda ve sokak kaldırımlarında kullanırlar. Su kaplarına ve saireyi kaplamaya çok kullanışlı ve elverişlidir. Böyle ziftle kaplanmış kaplar suyu serin tutuyor. Fırat nehrinde iki üç kişilik kupa tabir edilir yuvarlak sepetten mamul bir tür kayıklar var ki, bunların da etrafı bu ziftle kaplanıyor, içine su almıyor. Bunlarla nehrin bir kıyısından diğerine geçiyorlar. Pek çok binanın damlarını da bu ziftle kaplı gördük.

Hit kasabasında on beş gün kadar istirahat ettik. Alay, noksanları ikmal edildi. Bize de Rümadiye'ye hareket etmemiz emredildi. Rümadiye Hit kasabasına 80 kilometre kadar güneyde ve Fırat nehri üzerinde bir kasaba.

İki konakta Rümadiye kasabasına ulaştık. Bu kasaba Hit kasabasından biraz daha büyük ve bir miktar da nüfusça kalabalıktı. Hurmalık ve bahçelikli bir yer. Mamur bir kasaba. Burada bir grup (değişik sınıflardan oluşan askeri birlik) teşekkül etmiştir. Bir miktar süvari, Arap, Kürt jandarmaları ve askerleri bir tabur kadar da Tatar taburu vardı. Biz de bu gruba iltihak ettik. Tatar taburu ekseriyetle Tatarlardan müteşekkildir. Almanlar Ruslardan aldıkları Müslüman esirleri Türkiye'ye göndermişler ve bunları da tabur haline koyarak cephelere göndermişlerdir. Fakat şunu da yazayım, bu taburun hiçbir kıymet-i askeriyesi görülmemiş, hatta zararları dokunmuştur.

Biz burada İngiliz'i bekliyorduk. Daha doğrusu kurbanlık idik.

Çoğu efradın ayakkabısı, kasaturası yok.

Böyle bir durumda düşman karşısında müdafaanın neticesi, ya ölmek veya esir olmak olacağını tahmin ediyoruz. Rumadiye'de durduğumuz müddet içinde İngilizlerden bir eser yok. Daha ileride olan Rıdvane kasabasında da İngiliz'in olmadığı gelen Arapların rivayetlerinden anlaşılmıştı. Malum olduğu üzere her iki nehrin birleştiği yani Fırat ile Dicle nehirlerinin telaki ettiği (buluştuğu-birleştiği) yerde Korna kasabası vardır. Bu kasabadan Fırat nehrini kuzeye doğru takiben Semave, Nasiriye kasabaları vardır. Esasen burada İngilizler fazlaca kuvvet bulundurmamışlardır. Semave'den sonra daha yukarıda Divane ve daha yukarıda Hille kasabaları vardır. Daha önce bu kasabalardan geçtiğimizi anlatmıştım.

İngilizler bu cephede yani Fırat sahilinde çok az miktarda kuvvet bulundurmuşlar ve müdafaa vaziyetinde kalmışlardır. Bizim de orada yani Nasiriye'de ufak bir müfrezemiz vardır. Vakta ki; Kut-ul Amare sükut edip de İngilizler ilerlemeye başlayınca buradan da İngilizler ilerlemeye başladılar. Ve yukarıda ismi geçen kasabaları işgal ederek Felluce'ye kadar geldiler. İşte biz de Rümadiye kasabasında İngilizlere karşı tedafi (müdafaa) bir vaziyette istihkamlar ve sair hazırlıklarla uğraşıyor, siperler kazıyorduk. Bu hazırlıklarımız sürerken arkadan hiçbir şey gelmiyordu. Velhasıl elde mevcut ne ise onunla iktifa edilmekteydi.

Bu arada mekkare ve hayvanat aç kalmıştır. Arap köyleri gayet uzakta.

Köylerde ne arpa ve ne de saman bulunamıyor. Arka taraftan hiçbir şey gelmiyor. Yalnız efradın iaşesi (yiyeceği) bin bir güçlükle idare olunmakta. Efrad yarı aç yarı tok bir vaziyette sabır ve tahammül gösteriyor. Bazen ekmek yapmak için un veriliyor. Bu unlar bizim bildiğimiz kara kırmalardan daha adi kepek gibi bir şey idi. Bunu yoğurmak ve saca koymak mesele oluyordu. Sacda pişmiş bir ekmek hamur halinde yemek imkânı olmuyor.

Hayvanlar açlıktan birbirlerinin pisliklerini yediler. Ve nihayet yekdiğerlerinin (biri diğerinin) kuyruk ve yelelerini yediler. Ben bunları gözümle gördüm. Bu manzara karşısında kendi halimizi unutup ağladım.

Durduğumuz mahal kumluk arazi olduğu için yeryüzünde bir çöp bile yoktur. Bu suretle hayvanlar ölüme mahkûm bir vaziyette idiler. Böyle felâketleri gördükçe insanın gözünde ölüm bir hiç olup hayat manasını kaybediyor. Hiçbir şey göze görünmüyor, meyus ve mustarip bir hâl insanı kuşatıyor. Hayattan umut kesiliyor.

Bu acıklı hâl böyle devam ederken İngilizler de ufukta göründüler. Bir iki gün keşif müsademeleri oldu. Arkasından İngilizler dehşetli bir taarruza başladı. Müşkülatla bu taarruz karşılandı. Birkaç gün de böyle taarruzlar ve savunma muharebeleriyle geçti. Bir gün sabah erken ve gayet uzaktan otomobiller ve kamyonlar bizim arkla tarafımıza doğru mütemadiyen taşınıyorlar. Biz de bunu gözlerimizle görüyoruz. Fakat bizde bu geçen otomobilleri önleyecek bir süvari kıtası ve ne de bir vasıtamız yoktu.

İngilizler her gün vakit vakit tayyareleriyle arkalarımıza doğru giderek keşiflerde bulunuyorlardı. Bu keşifler sonunda anlamış olmalılar ki, buradaki birliğin arkası yoktur. Her hangi bir takviye alacak gücümüzün olmadığı anlaşılmıştır. Taşıdıkları güçlerle bizi arkamızdan da kuşattılar. Serbest olarak gündüz bu harekata başlamışlardır. O gün gayet sakin ve arızasız geçti. Gece yarısından sonra sabaha karşı arkamızdan ve ön tarafımızdan bir topçu bombardımanı arasında kaldık. Gece karanlığında şaşırmış bir vaziyette herkes vazifesi başına koşarak göz-kulak kesilmiş ise de ne çare ki...

Düşmanın faik kuvveti bizi yerimizden hareket edemez bir hale getirdi. Mermi taneleri yağmur gibi yağıyor. Şarapneller patlıyor, makineli tüfenkler fasılasız ateş ediyor. Biz de mukabele ediyor isek de bu mukabele silahlı bir adama karşı elinde bir sopa ile hücum etmeye benziyor. (SÜRECEK)

Editör: TE Bilisim