Vaziyetten anlaşılıyordu ki, ileriye gidemeyecektik. İki arkadaşımızın yaralanmış olması çok kötü olmuştu. Yaralarının ciddi tedavisi lâzımdı. Bizim otuzbir kişilik grubumuz içinde de lâyıkı veçhile bu tedaviyi yapabilecek kimse yoktu, ileriye gitmekten vazgeçmiştik. Geri birliğimizin bulunduğu yere dönecektik.

Yaralıların yaralarını yeniden temizledik, sargıladık. Yaralıları hayvanlara bindirdik. Sekiz on arkadaşla hayvanlarla birlikte geriye yollandırdık. Biz de ayağa kalkarak dağınık vaziyette ric'at etmeye başladık. İleriye Anadolu'ya vatana doğru gidememenin hüznüyle, karşımıza çıkan Araplara öfkeyle, biraz da aslında yanlış bir karar vermiş olduğumuzu düşünerek geri dönüyoruz.

Araplar bizim geri çekildiğimizi görünce yine saldırıya geçtiler. Esaslı bir ateşle saldırılarını kestik. Bu ateş karşısında umutları kesilmiş olmalı ki, Araplar bizi takip etmekten sarf-ı nazar ettiler.

Dağınık düzende ve birbirimizi gözden kaybetmeden geri çekilmeyi sürdürdük. Akşama yakın Dicle nehri kenarındaydık. Bir miktar istirahat ettik. Su içtik, temizlendik. Yaralıların yaralarını açtık, temizledik tekrar sardık. Yorgun ve bitkin bir halde sabaha kadar yol alarak, yani bin bir zahmetle yürüdüğümüz yolları gerisin geri yürüyerek Arap tehlikesi bulunmayan bir mahalde konakladık. Akşamı bu geldiğimiz yerde ettik. Gece de aynı yerde kaldık. Yanımızdaki peksimetleri suda yumuşatarak yiyoruz. Yolculuğumuz artık arızasız geçiyordu. Tek endişemiz yaralı arkadaşların durumu. Sık sık yaralarını açıp temiz sargılar sarıyoruz. Yapabildiğimiz tek şey bu. Yaralılar yürüyemiyorlardı. Onları devamlı hayvanlarla taşıyoruz.

Gün yine akşam oldu. Gece konaklaması ardından sabah erken yola koyulduk. İkindi vakitlerinde Sava kasabası karşısına geldik. Dicle nehrini geçmek üzere kayıklara bindik Karşı sahile geçtik.

Bölük ağırlığına geldik. Bölük kumandanımız hastalanmış ve hastanede imiş. Bölükteki arkadaşlar da, firar ettiğimizin biraz farkında biraz da değil gibilerdi. Belki de önemsemiyorlardı. Pek öyle soran eden olmadı. Böylelikle kabahatimiz de harice çıkmadı.

Biz de artık bölükten katiyen ayrılmama kararını çoktan vermiştik. Bir daha yanlış bir teşebbüste bulunmayacaktık.

Ağırlıklar Samara kasabasının kuzeyinde ve ordunun bir kısmı da Samara'nın güneyinde düşmana karşı mevzide ve bir kısmı da gerilerde idi.

Şimendifer hattı ve köprüler tamamen tahrip edilmişti. Bir müddet sonra İngilizlerle temas hasıl olarak şiddetli muharebeler oldu. Ve neticede Şamara kasabası da tahliye edilerek Tikrit nam (adlı) kasabaya çekildik. Burada iki ay kadar hiçbir hadise olmadan istirahat ettik. Bu müddet zarfında 181. Alay namıyla bir alay teşkil edilmeye başlandı. Perakende efrattan (birlikleri kaybolmuş askerlerden) ve sair hastanelerden çıkanları bu alaya verdiler. Bizim Makineli Tüfenk Bölüğü de bu alaya verildi.

SUSUZ ÇÖLDE BEŞ GÜN BEŞ GECELİK YÜRÜYÜŞ

Bir müddet bu alayın ikmali ve noksanları yapılmaya devam edildi. Bu Alay Fırat nehri üzerinde Hit kasabasına cezireden (çölden) geçmek üzere gidecek idi. Biz de hazırlığa başladık.

Gideceğimiz yere ulaşıncaya kadar, geçeceğimiz sahada su namıyla bir şey bulmak mümkün olmadığından tulumlar hazırlandı. Tulumlar su ile doldurulup develere yüklendi. Bir akşam Alayla birlikte çöl yolunu tuttuk. O gece sabaha kadar gittik. Sabaha karşı istirahat ederek o gün bu çöl üzerinde akşam ettik.

Çevremiz kum ve taş. Yerde bitmiş bir tek ot, çöp yok. İlâ-nihaye (sonsuz) bir düzlük ve tepemizde kızgın bir gökyüzü. Gece gündüze göre çok çok serin olduğu için yürüyüşümüz gece vakti oluyor.

Üçüncü gün efrat susuzluktan ve güneşin hararetinden şikâyet etmeye başladı. Susuzluk tesirini iyiden göstermeye başladı. Tulumlardaki sular bozulmuş, sapsarı bir renk almış, içilmesi mümkün değil. Öyle fena kokuyor ki, bir yudum bile içilemedi. Aynı zamanda sular ateş gibi olmuş. Velhasıl çöl için hazırlanan bu sular içilemeden hep döküldü. Hiçbir fayda hasıl olmadı.

İşte bu yüzden efrat fazla sıkıntı çekmeye başladı. Dördüncü gün akşamı bu tesir daha da fazlalaştı. Ertesi gün efradın ekserisi yarı baygın bir halde şurada burada yatmakta ve yetmiş seksen kişi de bu sebepten göz göre göre can vermektedir.

İnsan böyle şeyleri gördükçe daha ziyade müteessir oluyor. Velhasıl sükutu hayale uğruyor. Şunu da esefle kaydetmekten kendimi alamıyorum.

İngilizlerin askeri bir tek tüfenk ve kâfi fişenk ve su matarası bir de konserve kutusu taşıyor. Bunların bütün diğer noksanlarını kamyonlar taşıyor. Yemekleri muntazam , yorgunluk nedir bilmezler. Fakat biz bu cefakâr Türk milleti yol yürür, çanta, kürek, karavana taşır, silahı süngüsü zaten kendinin ayrılmaz parçası. Hiçbir şeyimiz tam intizamında değildir... efrat yorulur, zayıf ve bîtap kalır, işte bu mahrumiyetler içinde bu mihnet ve meşakkate göğüs germişler ve bir gün de şikâyet etmemişlerdir.

Beşinci akşam efrat artık gayr-i muntazam bir halde yürüyüşe devam etmekte. Çokları takatleri kesilerek yollarda kalmakta. Yollarda kalanlar, takatleri kesilenler develere ve mekarelere bindiriliyor ve bu suretle güçlükle hareketimiz sürüyordu. Sabaha karşı Hit kasabası uzaktan göründü. Tabii Fırat nehri de...

Efrada son bir kuvvet gelmiş, Fırat nehrine ulaşmaya gayret gösteriliyor.

Fırat nehrine ulaşan su içmeyi unutmuş su ile oynuyor, göğsüne su serpiyor, yetmiyor ve kendini suya atıyor. Bu suretle susuzluk ve yorgunluğu atmaya çalışıyor.

Öğleye doğru bütün alay efradı gelerek susuzluktan yanmış ve bîtap kalmış olan efrad burada susuzluklarını teskin ile istirahate çekildi.

(SÜRECEK)

Editör: TE Bilisim