Köy Enstitüleri’nin 1930’lu yıllarda Türkiye nüfusunun yüzde 80’inin köyde yaşadığı, ülke nüfusunun yüzde 85’inin okuma yazma bilmediği bir ortamda, çağdaş köy kalkınma modeline uygun olarak yapılandırılan ve birçok ülkeye örnek olabilecek, üretime yönelik öğrenimi temel alan, “Eğitim üretim içindedir” şiarını ilke edinmiş eğitim kurumları olarak bilindiğini kaydeden Gül, “Eğitim biliminin temel ilkesi olan karma eğitim sistemine dayanan Köy Enstitülerinde okutulan derslerin %50’si kültür, %25’i tarım, %25’i de teknik derslerden oluşmuş ve öğretim süresi beş yıl olarak belirlenmiştir. Öğrencilerin ilk üç yıllık başarı düzeylerine bakılarak en başarılılar öğretmenlik mesleğine, diğerleri ise köy hizmetlerine yönlendirilmiştir. Okullar aynı zamanda tarım işlikleri ve sağlık ocakları olarak toplumsal işlevler görmüş, çeşitli tohum ve tarım araçlarının ilk denemeleri Köy Enstitüleri gibi eğitim kurumlarında yapılmıştır” dedi.

Köy Enstitüleri’nin en önemli özelliklerinden birisinin günümüz Türkiye’sinin bir türlü kurtulamadığı eleştirmeyen, sorgulamayan, ezbere dayalı ve sınav merkezli eğitim sistemine değil, gerçek anlamda öğrenci merkezli, öğrencilerin yaparak ve yaşayarak öğrenme sürecini ilke edinen bir eğitim-öğretim ortamı yaratmayı hedeflemiş olması olduğunu ifade eden Gül, açıklamasında şu görüşlere yer verdi:

“Köy Enstitülerinin kuruluşunun üzerinden 78 yıl geçmiş olmasına, bilim ve teknolojide bu kadar gelişme yaşanmasına rağmen, o dönemin zor koşullarındaki eğitimin niteliği ile günümüz arasında çok büyük farklar olması düşündürücüdür.

Köy Enstitülerde kararlar yönetici-öğretici-öğrenci üçlüsünün ortak katkı ve onayıyla alınmıştır. Bugün eğitim politikalarının, siyasi iktidarların siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda “tek merkezden” ve tüm topluma yönelik açık bir dayatma olarak gündeme getirildiği ve uygulandığı dikkate alındığında, Türkiye’de eğitim sisteminin yıllardır neden büyük sorunlarla karşı karşıya olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.

Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu zorlu koşullar ve uluslararası dinamiklerin sistem üzerinde kurdukları psikolojik etkinin sonucu Köy Enstitüleri soğuk savaş politikalarına kurban edilip kısa süre içinde kapatılarak tarihin tozlu raflarına kaldırılmıştır. Köy Enstitülerinin kapatılmasını takip eden süreçte, özellikle 1950’li yıllarda ülkenin aydınlık geleceğinin alt yapısını oluşturabilecek olan bu önemli eğitim projesi önce yatılı öğretmen okullarına, ardından yatılı okullara, sonra da normal lise eğitimine yayılarak zaman içinde etkisizleştirilmiştir.

Bugün öğretmen yetiştirmeden başlayarak eğitim sisteminin yaşadığı pek çok sorunun kaynağında Köy Enstitülerinin kapatılmasına neden olan karanlık zihniyetin yattığı açıktır. Köy Enstitülerinin kapatılması, Türkiye’nin modern, bilimsel değerlerle buluşması ve aydınlanma sürecinin ciddi anlamda kesintiye uğraması anlamına gelmiştir. Bu durum sadece eğitim sisteminin değil, ülke demokrasisinin de telafisi mümkün olmayan yaralar almasına neden olmuştur.

Geçmişte Köy Enstitülerini kapatan ve yarattığı tüm olumlu izleri silmeye çalışanlar, bugün laik bilimsel eğitime savaş açarak, her fırsatta karma eğitim karşıtlığını gündeme getirerek, eğitim sistemini bir bütün olarak dinselleştirmeyi hedefleyerek, eğitim sistemini kendi ideolojik hedefleri doğrultusunda biçimlendirmek istemektedir.

Eğitim Sen olarak, Köy Enstitüleri’nin ilerici, demokrat ve aydınlanmacı geleneğine sahip çıkıyor, toplumcu ve eleştiren eğitim felsefesinin benimsenerek tüm eğitim kurumlarında uygulanması mücadelemizi sürdüreceğimizin bilinmesini istiyoruz.” (Haber Merkezi)

Editör: TE Bilisim