FAO`nun belirlediği Dünya Gıda Günü temasının, dünyanın yaşadığı bu günkü kaotik ortamın ana sebeplerinden birini gündeme getirmesi açısından önemli olduğunu anlatan Gül, yaşamın sürdürülmesi için mutlak gerekli olan gıda üretiminin bugünün dünyasında, yalnızca belirli ellerde toplanmaya ve tüm dünyaya bu yaklaşımın egemen kılınmaya çalışıldığını ifade etti.

Tarımsal üretimin tüm aşamalarında, küresel sermayenin; tohum üretiminden, zirai mücadeleye, gıda üretim aşamasından üretilen gıdaların tüketim kodlarına kadar tüm süreçleri kontrol ettiğini anlatan Necati Gül, bütün bu politikalar uygulanırken dünyanın bir çok yerinde kurgulanan savaş ve kaos ortamlarının en büyük belirleyici unsur olduğunu anlattı. Gül, “1980 sonrası uygulamaya konulan neoliberal tarım ve gıda politikalarıyla sermayenin egemenliğini, çiftçinin yoksulluğunu, halkın da açlığını tescil etmiştir. Uygulanan politikalar sonucu ürettiğinden bir gelir sağlayamayan çiftçi köyden kente göç etmiş ve topraklarından koparılmıştır. Dünyada açlığı ve yoksulluğu ortadan kaldırmak için uygulandığı ifade edilen bu politikalar tam tersine dünyanın her yerinde açlığın ve yoksulluğun artmasına sebep olmuştur.

Tarımsal üretimde ağırlaşan yaşam koşulları, verim düşüklüğü, pazar bulunamaması, üretimin ulusal planlamayla gerçekleştirilmemesi, tarım ve hayvansal üretimde girdi maliyetlerinin düşürülememesi, kolektif ekipman ve profesyonel üretim modeline geçilmemesi, ekilen toprakların çok parçalı olması, makineli tarımın artması, tarımda insan gücüne olan ihtiyacın azalması, köylerdeki alt yapı ve sosyal hizmetlerin kentlere göre daha az olması ve tarım dışı alanlarda yeterli istihdam imkânlarının bulunmaması nedeniyle köylerden kentlere doğru hızlı ve yoğun bir göç gerçekleşmiştir. 2000’li yılların başında kırsaldaki nüfusun toplam nüfusa oranı % 35 iken 2016 da bu oran 7.7` ye düşmüştür. Gelişmekte olan ülkelerde büyümeye dayalı politik öncelikler yerini giderek toplumun tamamını kapsayan entegre kalkınma arayışlarına bırakırken, ülkemizde bunun tam tersi olan ve tarımın tasfiyesine yol açan bir süreç izlenmiştir. Tarımın toplam istihdam içindeki payı yine 2000’li yılların başında %35 iken bu pay son yıllarda %20`ye gerilemiştir.

Bütün bunların sonucu olarak, kırdan kente göç ile beraber, kırsal bölgelerin insan gücü, tarım sektörünün sürdürülebilir yapısını bozacak derecede kentlere kaymıştır. Bu durum kentsel dengeleri de bozarak kentlerde işsiz kitlelerin yığılmasına neden olmuştur. Oysa gelişmekte olan ülkeler için kalkınmanın yolu kırsaldan geçmektedir. Ekonomik büyümenin anahtarı uzun yıllar yoksulluğun sebebi olarak görülen kırsal bölgelerde küçük aile çiftçiliğinin desteklenmesi gereklidir. Kırsal bölgelerin, gıda üretimi ile ilgili sabitlenmiş ekonomik büyüme için geniş bir potansiyel bulunmaktadır. Bizler biliyoruz ki: vahşi kapitalizmin tüm dünyanın varlıklarını tek elde toplayarak, canlıların yaşam alanlarını yok etmesinin önüne geçmek gerekmektedir. Yanlış uygulanan politikalar, tüm insanları yerlerinden ve yurtlarından etmektedir. Bütün bu yanlışlıklara karşı durmak ise bilinçli bir örgütlülük, bağımsız bir tarım politikası ve sürdürülebilir tarımsal üretimden geçmektedir. Bu vesile ile 16 Ekim Dünya Gününü bir başlangıç kabul edip tüm paydaşlar ile çözüm üretmek hepimizin boynunun borcudur diyorum” dedi. (Haber Merkezi)

Editör: TE Bilisim