Çorum’da 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü nedeniyle önceki akşam protesto eylemi düzenlendi.
Çorum Kadın Platformu tarafından düzenlenen eyleme çeşitli sendika, demokratik kitle örgütü ve partiler de destek verdi. Eyleme katılımın yoğun olması dikkat çekti.
Bahabey Caddesi Özdoğanlar Kavşağı’nda toplanan kadınlar sloganlar atarak, ellerinde çeşitli pankart ve dövizler taşıyarak Pirbaba Parkı’na kadar yürüyüş yaptı.
Meşaleler eşliğinde düzenlenen yürüyüşün sonunda Pirbaba Parkı önünde bir basın açıklaması yapıldı.
Çorum Kadın Platformu adına basın açıklamasını okuyan Meliha Üşüdür, “Bu yıl 25 Kasım eylemlerimizi 10 Ekim’de savaşa hayır barış hemen şimdi demek için çocuklarına, torunlarına ve tüm insanlığa barış getirmek için Ankara’ya giden ve orada vahşice katledilen Emine Ercan şahsında yitirdiğimiz tüm barış güvercinlerine adıyoruz” dedi.
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü’nün simgesi Mirabel kız kardeşlerin Dominik Cumhuriyeti’nde diktatörlüğe karşı yürüttükleri özgürlük mücadelesi nedeniyle katledilmesinin üzerinden yarım yüz yılı aşkın bir zamanın geçtiğini ifade eden Üşüdür, “Ancak dünyanın her yerinde kadınlar hala sömürülüyor, baskı ve şiddete maruz kalıyor, tecavüze uğruyor, katlediliyorlar. Kadınların rengi, dili, yaşadıkları coğrafya değişiyor ama uğradıkları şiddetin kaynağı değişmiyor. Kadınlara yönelik her türlü şiddet, tek tek bireylerin kendi çıkmazlarından, geriliklerinden kaynaklanmıyor. Bilakis, erkek egemen sistemin kendisi bu şiddeti bin yıllardır yeniden üretiyor” şeklinde konuştu.

“HER GÜN 5 KADIN KATLEDİLİYOR”
Her gün yaklaşık 5 kadının katledildiğine dikkat çeken Üşüdür, açıklamasında şunları dile getirdi:
“Her yıl yüzlerce kadın babaları, kocaları, sevgilileri, en yakınlarındaki erkekler tarafından öldürülüyor. Yüzlerce kadın ve kız çocuğu tecavüze ve cinsel istismara maruz kalıyor. Yanı başımızdaki kadını korumaya çalıştığımız için, yemeği tuzsuz yaptığımız için, boşanmak istediğimiz için, aşklarına karşılık vermediğimiz için, barışmayı reddettiğimiz için, sadece kadın olduğumuz için, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğimiz farklı olduğu için şiddete maruz kalıyor, katlediliyoruz. Evimizde, kapımızın önünde, işyerimizde, sokakta, mecliste, kısacası yaşamın her alanında erkek-devlet şiddetiyle yüz yüze kalıyoruz.
Eril akla göre işleyen devlet kurumları kadına yönelik şiddete karşı önlem almak bir yana, cinsiyetçi söylem ve pratiklerle bu şiddete zemin hazırlamakta ve suça ortak olmaktadırlar. Erkek yargı sistemi kendilerini korumak için meşru müdafaa haklarını kullanan kadınlara verilen cezaları az bulurken, nefret suçu işleyenleri ve kadın katillerini ''haksız tahrik, iyi hal, aşırı sevgi ve saygın tutum'' gibi akla ziyan indirimlerle ödüllendirmektedir. Ne acıdır ki bu şiddeti uygulayan faillerin yaptıkları yanlarına kar kalmakta, yaşama hakkı ellerinden alınan kadınlar tekrar tekrar öldürülmektedir. Haksız tahrik indirimleriyle sonuçlanan davalar göstermiştir ki; devlet, kadını toplumsal hayat içinde bir birey, bir yurttaş olarak görmemekte, kadınlara uygulanan her türlü baskı, tecavüz, taciz ve şiddet normal ve doğal bulunmaktadır.

“SAVAŞ KADINA YÖNELİK EN PERVASIZ ŞİDDETTİR”
Savaş kadına yönelik en pervasız şiddettir. Bu ortamlarda kadınlar ve çocuklar şiddetin en kabasına ve vahşisine maruz kalıyorlar. En temel insan hakları hiçe sayılarak insanlık dışı tüm uygulamalar meşruluk kazanıyor. Ölümün, işkencenin, baskının çirkin yüzü hiç çekinmeksizin insanların yaşamı üzerinde resmediliyor. Günlük hayatta her türlü eşitsizliğe, ayrımcılığa, baskıya ve şiddete maruz kalan kadınlar ve çocuklar, çatışmalı ortamlarda ise en çok canı yananlar oluyorlar. Savaştan dolayı toprağından koparılarak göç etmeye zorlanan kadınlar ve çocuklar gittikleri yerlerde yoksulluğa, ayrımcılığa, eşitsizliğe ve ölümlere varan sonuçlara mahkum ediliyorlar. Savaş ve baskıya karşı direnen, barış için mücadele eden kadınlara karşı en acımasız şiddet biçimleri devreye sokuluyor. Gözaltında cinsel işkenceler yapılarak, ölü ve çıplak bedenleri teşhir edilerek kadınlar üzerinde korku hegemonyası oluşturmak isteyenlere cevabımız şudur: inadına barış, inadına eşitlik, inadına direniş.

“DİKTATÖRLÜĞE KARŞI BARIŞI VE BİR ARADA YAŞAMI SAVUNUYORUZ”
Diyarbakır, Suruç ve Ankara’da yüzü aşkın canımıza kıyanların ve barışı katledenlerin yürüttüğü savaş politikaları yaşadığımız coğrafyanın ötesine, tüm dünyaya yayılan bir şiddet sarmalına dönüşmüştür. Beyrut ve Paris’te yüzlerce insanın katledilmesi, Sincar’da ortaya çıkan Ezidi kadınlara ait toplu mezar, savaş politikalarının yarattığı vahşetin nasıl korkunç boyutlara ulaştığını bir kez daha göstermiştir. Biz kadınlar Ortadoğu'da kendi emelleri ve hesapları uğruna halkları birbirine kırdıran, kadınlar ve çocuklar başta olmak üzere insanlığı kıyımdan geçirenlerin oyununu bozmak için evrensel bir kadın dayanışmasının gerekli olduğunu biliyoruz. Diktatörlüğe, tekçiliğe, gericiliğe ve militarizme karşı özgürlükleri, barışı ve bir arada yaşamı savunduk, savunmaya devam edeceğiz.”
(Taner ŞİMŞEK)
Editör: TE Bilisim