İslam, insanları hem dünyada hem de ahirette mutlu ve huzurlu kılmak için gönderilen ilahî bir dindir. Bu amacı gerçekleştirmek için Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de çeşitli prensipler va’z etmiştir. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber (s.a.s) de hayatı boyunca insanları mutlu edecek evrensel ilkeleri açıklamış ve insanları bu ilkelere bağlı kalmaya davet etmiştir. Günümüz insanının bu evrensel ilkeleri kabul edip hayatında uygulaması gerekir. Günümüz insanı mutlu değilse, stres ve sıkıntı dolu bir hayat geçiriyorsa bütün bunların temel sebebi; Allah’ın gönderdiği ilahî ışıktan uzaklaşmasıdır. Evrensel ilkeler ihtiva eden Kur’an-ı Kerim’i kulak ardı etmek ve en güzel örnek olarak gönderilen Hz. Muhammed’in örnekliğini kabul etmemek insanları mutsuz ve bedbaht hale getirmiştir.

Hz.Peygamber çöllerde yokluk ve imkansızlıklar içerisinde yaşayan , göçebe ve cahil bir milletten ilim ve irfan toplumu meydana getirmiştir.Çöl bedevisine ağaçtan fırça (misvak) icat ederek ağız diş temizliğini öğretmiştir.Batı toplumu , wc kültürünü yine İslam medeniyetinden öğrenmiştir.Hz.Peygamber mutlu ve toplu yaşama kurallarını öğretmiş , kendi nefsinin istediğini mümin kardeşin için de istemeyi ; kendi nefsinin istemediğini de mümin kardeşi içinde istememe kuralıyla egoyu-bencilliği ortadan kaldırmıştır. “Yaratılanı sev, yaratandan ötürü.” kuralıyla , sevmeyi, sevgiyi ve saygıyı öğretmiştir.

Resulü Ekrem bir gün camiden çıkarken bedevinin biri geldi.Resulüllahın hırkasını öyle bir çekti ki; hırkasının kenarları Hz.Peygamberin boynunda iz bıraktı.Sonra bağırarak şöyle dedi. “Ey Muhammed! yanında bulunan ve Allah’a ait olan maldan şu iki devemi yükle.Sen, ne kendi malından ne de babanın malından vereceksin.” Hz.Peygamber bir müddet sustuktan sonra şöyle dedi: “Mal Allah’ın malı, ben de Allah’ın kuluyum.Bana yaptığının karşılığını aynen görmek ister misin? Hayır, Niçin? Çünkü sen kötülüğe kötülükle karşılık vermezsin.Resülullah güldü ve develerinden birine arpa, diğerine de hurma yükletilmesini emretti. (Kadıyaz Şifa,1,221)

Konumuz açısından bu olayda, dikkat çekilmesi gereken çok önemli noktalar olduğunu düşünüyorum.Çölde yaşayan bir insanın rahatça gelip elbisesinden tutup çekebildiği şahıs, Allah’ın insanlık için seçip gönderdiği bir peygamberdir.Bu dini kişiliği yanında , O’nun siyasi kimliği de vardır.Uğurunda seve seve can vermeye hazır, binlerce gönüllünün bulunduğu bir devlet başkanıdır.Nezaket kurallarına aykırı bir şekilde kendisinden istekte bulunan bir kimseye karşı sergilediği tavırda kızgınlık yoktur.Tatlı bir tebessümle karşılanan insanın isteğini de yerine getirmek vardır.

Ben burada insanca yaşamanın ve mutlu olabilmenin temel şartlarını Kur’an ve Sünnet ışığında sizlere açıklamak istiyorum:

1.İman: İnsanca yaşamanın ve mutlu olmanın birinci şartı imandır. Sağlam bir iman ve inanç sahibi olmak, her insanın öncelikle sahip olması gereken ilk temel özelliktir. İslamda her şey imanla başlar. Her şey ancak imanla değer kazanır. Dünya hayatı, imansız bir insana taşıyamayacağı kadar ağır zorluklar yükler. Bir insan tevekkül etmedikçe, Allah’a dayanıp güvenmedikçe zorlukların altından kalkması, bunlardan ruhen etkilenmeden kurtulması imkânsızdır. Mümin için ise, durum tam tersidir. Taşıdığı iman mümine iç huzuru ve rahatlığı sağlar. Allah, bu kullarını kendisine varan doğru yola iletir ve yaptıkları iyiliklerin karşılığını kat kat artırarak verir. Yapılan araştırmalar, inancı güçlü kişilerin, inancı zayıf veya inançsız insanlara göre daha mutlu olduklarını ve yaşadıkları hayattan tatmin olduklarını göstermektedir.

2.Teslimiyet: Allah’ın varlığını ve birliğini kabul eden mümin, Allah’a ve onun buyruklarına teslim olması gerekir. Teslimiyet, kişinin kendi acz ve fakrını idrak edip Allah’ın güç ve kuvvetinin sonsuzluğunu bilerek O’na teslim olmasıdır. İnsanın gerçek mutluluğu, bir olan Rabbi Rahimine teslimiyete bağlıdır. Nitekim Allah dostları teslimiyeti kişinin “gassalın elindeki meyyit” misali Allah’ın emrine boyun eğip teslimiyet göstermesi şeklinde ifade etmektedirler. Allah’a ve Resulüne iman eden kişi, Allah ve Resulünün emrine teslim olmalıdır. Nitekim Kur’an-ı Kerim, mü’minlerin mutlak teslimiyetten başka bir tercih haklarının olmadığını da kesin bir ifade ile şöyle haber vermektedir. “Mü’min bir erkek ve kadın için, Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, artık onlar için teslimiyetten başka hiçbir tercih hakkı yoktur.” (Ahzab Suresi 33/36)

3.Tevekkül: Teslimiyet ise tevekkülü gerektirir. Tevekkül, kalbin Allah’a tam itimat ve güven duyması, Allah’tan başka her şeyden sıyrılıp sadece Allah’a güvenerek ona yönelmesidir. Tevekkül, Allah’a güvenmektir. Tevekkül, Allah’ın takdir ettiği mukadderatın mutlaka gerçekleşeceğine inanmaktır. Tevekkül, işlerinin tedbirini aldıktan sonra sonucu Allah’a havale etmektir. Tevekkül, en güzel vekil olan Allah’a dayanmaktır. Tevekkül, sadece Allah’tan yardım beklemektir. Tevekkül, yerine getirilmesi gereken durumları yerine getirmek hususunda Allah Resulü (s.a.s)’nün sünnetine tabi olmaktır. İnsan başına gelen bela ve musibetlerin baskısından, sıkıntısından ancak Allah’a teslimiyet ve tevekkülle kurtulabilir. Sebeplere tevessül ederek üzerine düşeni tam olarak yaptıktan sonra Allah’a tevekkül eden insan, hem bu dünyada hem de ahirette mutluluk ve saadete erişir. Merhum milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy da “Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete râm ol… Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.” diyerek ne kadar güzel söylemiştir.

4.İhlas: İhlas, amellerde sadece Allah rızasını gözetmek, yaptıklarını sırf Allah emrettiği için yapmak, yapmadıklarını da sırf o yasakladığı için yapmamak, riya ve gösterişten uzak olmak, gerçek samimiyet, her davranışın ölçüsünün Allah’ın rızasını kazanmak olması demektir. Kur’an’da pek çok ayette Allah’a ihlasla kulluk edilmesi ve ona ihlasla dua edilmesi emredilmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s), her işinde ihlaslı ve samimi idi. Nitekim insanlardan maddî ve manevî hiçbir beklentisi olmadığını söylemiş ve “Ben yapmış olduğum bu tebliğ görevime karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.” (şuara suresi 26/109) demiştir.

Şükür lügatte, bir nimete karşılık yapılan teşekkür ifadesidir. Istılah da ise şükür, kendisine nimet veren kimseye teşekkürü haber vermek ve ona karşı büyük ta’zimde bulunmaktır. Yüce Allah bizlere sayısız nimetler vermiş ve şöyle buyurmuştur: “O size istediğiniz her şeyden verdi. Allah’ın nimetini sayacak olsanız sayamazsınız. Doğrusu insan çok zalim, çok nankördür!” (İbrahim suresi 14/34) Allah verdiği bu nimetlere karşı bizlerden şükür istemektedir. Nitekim Yüce Allah; “Hatırlayın ki Rabbiniz size: Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir! diye bildirmişti.” (İbrahim suresi 14/7)

6.Zikir: Zikir; Allah’ı hatırlamak, anmak demektir. Allah’tan başka her şeye karşı sevgiyi kalbinden çıkaran ve zikirle Allah’a yönelen insan, huzur ve mutluluğa kavuşur. Zira Yüce Allah; “Bunlar, iman edenler ve gönülleri Allah’ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Rad suresi 13/28) buyurmaktadır. Demek ki mutluluğun gerçek kaynağı Allah’ı anmak/zikretmektir. Allah’ı zikretmeyen insanlar mutluluk ve huzura erişemezler. Bu dünyada stresli ve sıkıntılı bir hayat yaşamak zorunda kalırlar. Nitekim Yüce Allah; “Kim ki Benim zikrimden yüz çevirirse kitabımı dinlemez ve Beni anmaktan gaflet ederse, onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, Kıyamet Günü kör olarak haşredeceğiz.” (Taha suresi 20/124) buyurur.Zikir, insanı huzur ve mutluluğa sevkeder, Allah’ı unutmak ise sıkıntılı ve stresli bir hayat yaşamaya neden olur.

7.Kanaat: Bu dünyada mutlu olabilmenin şartlarından birisi de kanaattir. Kanaat, sahip olunan nimetlerle yetinmek, Allah’ın hakkımızdaki ezeli rızık taksimine razı olmaktır. Kanaat eden insan hayatını huzur içerisinde geçirir. Kanaatsizlik ise insanı daima stres ve sıkıntıya sokar. Kanaatsiz insan hayatta asla mutlu olamaz. Gerçek mutluluğa ulaşmak isteyen Allah ve Resulüne itaat etmeli ve hayatında bu prensipleri uygulamalıdır. Aksi takdirde onun için huzur ve saadete erişmek mümkün değildir.Elindekinin kıymetini bilmeyen kişi, ne istediği hedeflere ulaşabilir ne de mutluluğa erişebilir. Kanaat, her türlü iyi ahlakın kaynağıdır.Nitekim Hz. Peygamber Efendimiz; “Kanaat tükenmez bir hazinedir.” (Aclûnî, Keşfu’l-Hafa, II, 151), “Kanaat eden aziz olur, hırslı olan da zelil olur.” (Gazalî, İhya, III, 242) buyurmuştur.

8.Ümitvar olmak: Mutlu olabilmenin başka bir şartı da ümitvar olmaktır. En güzel ahlakî erdemlerden biri olan ümitvar olmak, müminlerin temel vasıflarındandır. İnanan insan daima ümitvar olur. Ümitvar olmak ise insana huzur ve mutluluk sağlar.İman etmeyenler daima ümitsiz, endişe ve tasa içindedirler. Bundan dolayı iç karartıcı, mutsuz ve sıkıntılı bir hayat sürerler. Başlarına bir bela ve sıkıntı geldiğinde sayısız endişe, kuruntu ve tasalara kapılırlar.Mümin ise, karşısına çıkan bütün olaylara hayır gözüyle bakar. Sıkıntı ve olumsuzluklar karşısında sabreder, Allah’a tevekkül eder. Yapılan hatalar karşısında Allah’ın rahmetinden ümidi kesmeyip, O’nun rahmetine sığınmanın hiçbir zaman geç olmadığını şu ayetten anlıyoruz: “De ki: Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”(zümer suresi 39/53)

9.Helal Kazanç: Helal kazanç ta bir mutluluk sebebidir. Helal; dinen yenmesi içilmesi ve yapılması uygun görülen; dinin, izin verdiği ve din kurallarına aykırı olmayan, yasaklanmamış olan her şeydir. Allah’ın yaratmış olduğu şeylerde asıl olan helalliktir. Yani Kur’an ve Sünnette hakkında bir yasaklama gelmemiş olan her şey helaldir.Yüce Allah, birçok ayette yarattığı şeylerin temiz ve güzel olanlarından yememizi ve kendisine şükretmemizi istemektedir: Allah’ın size helal ve temiz olarak verdiği rızıklardan yiyin ve kendisine iman etmiş bulunduğunuz Allah’tan korkun.” (maide suresi 5/88) Dinimizde helal kazanç ve rızkı helal yollardan elde etmeye çok önem verilmiştir. Zira midemize inen her helal ve temiz lokma düşüncemizi berraklaştırır, kanımızı temizler, vicdanımızı geliştirir ve imanımıza güç kazandırır. Helal lokma, dua ve ibadetin Allah’a yükselip kabul olunmasını sağlar. Ruhun paslanmasını, vicdanın silik hale gelmesini önler.

10.Dünyalık işlerde kendimizden aşağı olanlara bakmak, uhrevî işlerde ise kendimizden yukarıda olanlara bakmak:

Mutluluğun başka bir şartı da dünyalık işlerde kendimizden aşağı seviyede olanlara bakmak, uhrevî işlerde ise kendimizden yukarıda olanlara bakmaktır. Çünkü dünyevî işlerde kendimizden aşağıda olanlara bakmamız elimizde olan nimetlerin değerini bilip Allah’a şükretmemize vesile olur. Nitekim Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: “Dünyevî işlerde kendinizden aşağıda olanlara bakınız. Kendinizden yukarı seviyede olanlara bakmayınız. Böyle yapmanız Allah’ın size vermiş olduğu nimetlerin değerini bilip şükre yönelmenize vesiledir.” ( Ahmed b. Hanbel , II, 254.)

11.Dua etmek: Dua, kalbî bir yönelişle kulun Rabbi ile buluşması ve o buluşma anında tüm ihtiyaçlarını kâinatın sultanına arz etmesidir. İnsanın içinden çıkamadığı çetin haller duanın yardımı ile suhulet kazanır. Kapalı kapıların açılması ve sıkıntıların izalesi hep dua vesilesi iledir. Duanın insan psikolojisi üzerine olan olumlu etkisi büyüktür. Kimi zaman pişmanlıkların, kimi zaman arzu ve isteklerin dile getirildiği ince bir ruh hali olan dua hâli insanı karanlıklardan kurtaracak değerli bir ilaçtır. Kur’an-ı Kerim, çok yerde Peygamberlerin ve Müminlerin dualarından bahsetmekte, adeta dünyevî ve uhrevî her hacet için Rabbimize yakarmanın gizli formülünü bizlere sunmaktadır. Peygamber Efendimiz de insanları duaya teşvik etmekte; çeşitli duaları telkin ederek, Müslümanların Rableri ile olan gizli bağlarını zayıflatmadan devam ettirmeleri gereğini hatırlatmaktadır.

Ne mutlu hayatını Allah ve Resulünün buyrukları doğrultusunda düzenleyenlere.

İsmail TUNCEL

Kaleli Vakfı Mütevelli ve Yön.Kur.Bşk.Yrd. - Vakıf Müdürü

Editör: TE Bilisim