“Dış politikamızın üç ana unsuru vardır: Emperyalizm gerçeğini aklımızdan çıkarmadan yönümüz Batı’ya doğrudur. Zira, bilim, teknoloji, sanat, demokrasi, hukuk, insan haklarına saygı vb. Batı’dadır. Kuzey komşumuz Rusya ile iyi komşuluk ilişkileri ve karşılıklı çıkara dayalı dostane bir işbirliğimiz vardır. Arap ülkelerine ise, din kardeşliği temelinde güzel duygular besleriz, ama Ortadoğu bataklığına saplanmamak için mümkün olduğunca uzak dururuz.”

“İşte, dış politikamızı bu temeller üzerinde yeniden yerli yerine oturtmamız gerektiğini düşünüyorum” dedikten sonra, “başta dış politika olmak üzere her alanda kurucu değerlere dönme” çağrısında bulunmuştum.

Türkiye’nin dünyadaki yeri ile ilgili, hep çok “net” oldum, hiç kafa karışıklığı yaşamadım. Emperyalizmi şu son zamanlarda fark edenlerden değilim; yarım asırlık meslek yaşamım boyunca hiç aklımdan çıkmadı ve hiç kalemimden düşmedi, ama, Türkiye’nin yerinin “Batı” olduğunu hep savunageldim, savunmaya devam ediyorum. Aynen Atatürk’ün seçimi gibi; “Kişilikli bir Batı uygarlığı, yani çağdaş uygarlık taraftarlığı”…

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Trump’la görüşmek üzere kesinlikle Washington’a gitmesi gerektiğini, hakaret içeren mektubu da, suratına çarparak değil, “devlet adamı” ağırbaşlılığı içinde gündeme getirmesinin doğru olacağını düşünüyordum. Öyle de oldu.

ABD ile aramızdaki sorunlar kesin bir çözüme kavuşmuş görünmüyor elbette, ama ilişkileri “onarmak” zorunluydu ve bu anlamda olumlu sonuç alındığı, yeni bir sayfa açıldığı kanısını taşıyorum. Hele de 100 milyar dolarlık ticaret hedefini çok önemsiyorum. Ve sıranın, Avrupa Birliği ile ilişkileri onarmaya geldiğine inanıyorum.

Türkiye’de sosyal demokratlar iktidar olmuş olsa, muhtemelen ilişkiler bu kadar kötü bir noktaya gelmezdi, ama bu noktaya gelmişse de, yaklaşım, aynen böyle “onarmaya yönelik” olurdu. Bundan adım gibi eminim. Dolayısıyla, Sayın Erdoğan’ı yürekten kutluyorum.

Editör: TE Bilisim