Uzunca bir süredir, Ulu Camii’den her çıkışımda çatısı çökmüş, tuğlaları yer değiştirmiş, kapısı bacası görünmez olmuş ve anılarımla yoğrulmuş bu tarihi yapı karşısında iç çekip çaresiz kalışıma hayıflanmaktan başka ne yapabileceğimi düşünür oldum.

TARİHE KARŞI VEFA BORCU

1990 yılından beri mimar oğlum Ömer İskender’le birlikte yaptığımız ve bugün pek çoğu yıkılmış olan Çorum konak ve evlerimizin rölöve çalışmalarını hatırladım. Her köşesinde benimle birlikte pek çok hemşerimizin de anılarının olduğu bu mekânı fotoğraflayıp hatıralarımla süsleyerek belgelemenin, küçük de olsa bu yapıya bir vefa borcu olacağı kanaatine vardım. Nitekim ÇEKÜL Başkanı, kadim dostum Prof. Dr. Metin Sözen hocam: “Her sabah uyandığımızda kendimize bir soru sormalıyız. O soruyu sormazsak yarın bize sorulacak sorunun cevabını veremeyiz. O zaman da bu ülkenin acaba gerçek sahibi biz miyiz? Yoksa kötü bir kiracısı mıyız sorusuyla karşılaşırız” diyordu. İşte bu duygularla işe koyuldum.

ULUCAMİ’YE AKAR TEMİNİ İÇİN

Güpür Hamamı’nın hangi tarihte ve kimin tarafından yaptırıldığı kesin olarak bilinmiyor. Ancak Ali Ilıca hamama ilişkin yaptığı araştırmada, 1530 tarihinde hamamın işletmeye açık olduğu, buradan Ulucami’ye 10.500 akçe akar temin edildiğini belirtiliyor. Bir rivayete göre ise Ulu Camii’nin deprem sonrası yıkılması üzerine Sultan Murad zamanında onarılırken camiye akar olarak 1436 yılında inşa edildiğini, 1595 yılından itibaren suyunun kesilmesi sonucu bakımsız kalıp kullanılmadığını ifade ediyor. Ancak bu bilginin tartışmalı olduğunu da söylüyor.

ERKEKLER VE KADINLAR KISIMLARI

Tarihi yapı moloz taş temel üzerine yığma tekniği ile inşa edilmiş ve erkek ve kadınlar bölümünden oluşuyor. Erkekler kısmı dikdörtgen planlı ve 16 kurnalı. Soğukluk ve ılıklık bölümünden yıkanma bölümüne geçişler duvar kalınlığından dolayı koridor gibi hissedilen kapılardan sağlanıyor.

Kadınlar kısmı ise merkezi kubbe altında sekizgen göbek taşı ve etrafındaki karşılıklı dört eyvandan oluşuyor. Yarım kubbe formundaki eyvanların her birinde ikişerden sekiz adet taş oyma kurna mevcut. Merkezi kubbenin iki ayağı arasından hamam girişi ve hamam göbek taşından küçük kubbeli odaya geçiş sağlanıyor. Bu oda çok tahrip edilmiş olduğu için ne amaçla kullanıldığını tam olarak tespit edemedim. Hamamın ara sokaktan giriş kısmı, yapının onarımı sırasında betonarme olarak iki katlı yapılıp soyunmalık bölümü eklenmiş.

Erkekler ve kadınlar bölümünde ihtiyaca cevap vermek amacıyla sonradan yapılan kapı, pencere ve soyunmalıklarda tarihi binanın özgün yapısına uygun olmayan form ve malzemeler kullanılmış. Hamamın aydınlatılması kubbe üzerindeki deliklerle sağlanmış. Tek bir bakır havuzdan ısıtılıp dağıtılan suyun külhan bacası temelden kare formunda tuğla örgü ile inşa edilip devamında da silindirik olarak bacaya dönüştürülmüş. Baca gövdesi, belirli aralıklarla çelik çember içerisine alınarak güçlendirilmiş.

DEFİNECİLERDEN ENDİŞE EDİLMİŞ

Güpür Hamamı’nın dükkân komşuları, definecilerin hamama zarar vermelerinden endişe duymuş olmalılar ki giriş kapısını kendi imkânlarıyla kamufle ederek komşu malını koruma altına almışlardı. Ne kadar haklı olduklarını, omuzları çökmüş, ayakta durmaya gücü kalmamış, iki yanındaki komşu yapıların adeta koltuk değneği gibi destek verdiği bu tarihi yapıya yıllar sonra ilk kez girdiğimde, halvet bölümünün tabanında açılmış bir metreye yakın çukuru görünce anladım.

Gençliğimde hiç fark etmemiştim ama yıllar sonra rengi karışmış, kamburu çıkmış dış kapıdan girdikten sonra üç farklı yükseklikteki merdivenleri inerken epeyce zorlandım. Sonra, iki küçük kanatlı kapının bulunduğu sahanlığı geçip dört basamaklı merdiveni inerek çatı altına ulaştım. Ancak hamamı aydınlatan, üzeri açık çatı etekleri perde perde sarkmış, bir bölümü de giriş alanını geçilmez hale getirmişti. Girişte, sağımdaki betonarme soyunma yeri halâ varlığını korurken karşı bölümde ve iki katlı dinlenme ve giyinme odalarındaki ahşap malzemeler yağmur, kar ve yıllara karşı dirense de sonuçta doğaya karşı çaresizliğini gözler önüne sermişti.

TAŞ DUVARDAKİ İÇ SIZLATAN ÇÖZÜLMELER

Kapı girişinden sonra 5-6 basamaklı döner bir merdivenle çıkılan üst kata, tehlikeli hale geldiği için cesaret edip çıkamadım. Yıllar önce babamla sıklıkla kullandığımız alt kattaki odaya ise zor da olsa ulaştım. Taş duvardaki çözülmeleri görünce içim sızladı. Yanı başında, ana kubbeyi taşıyan ve kemerli kolonla kubbenin karşı ayağını oluşturan sütunda da kısa mesafeli yarılmalar vardı. Fıskiyesi sökülmüş küçük havuzlu soğukluk bölümünde, havluların kurutulması için yakılan ocağa bağlı bacanın duvardaki yeri fark ediliyordu. Bu mekânın üzerini örten ana kubbenin dört köşesindeki yarım kubbelerde tahribatın olmaması beni sevindirdi. Onca yıllara ve hamamın doğal yapısındaki rutubete rağmen tek tahribat, kubbe eteğindeki kat kat boyanın yaprak misali kıvrılarak bulunduğu yere tutunma çabasıydı.

O ESKİ HALİNDEN ESER YOK ŞİMDİ

Sıcaklık denen yıkanma bölümüne girişteki ahşap kapı yerinde yoktu. Makara, ip ve ağaç kütüğünden oluşan bir mekanizmayla çalışan, sade ama işlevsel kapının her açılıp kapanışındaki görüntüsünü hatırladım. Girdiğim bu alan ılıklıktı. Solumda zifiri karanlıkta kalmış tuvaletler, sağımda ise sıcaktan bunalıp kendimizi attığımız mekân vardı. Ancak orada da üzerine oturulan ahşap sedirler artık yoktu.

Yıkanma bölümüne geçtim. Burası hamamın en geniş hacimli yeri. Solumda 7-8 m2’lik bir bölüm, devamında kemerli bir sütundan geçilerek ulaşılan 10-12 m2’lik ve üç kurnadan oluşan bir başka yıkanma yeri. Buradan da bir kapı boşluğu ile yanı başındaki dört kurnanın bulunduğu ikinci bir bölüme geçiliyor. Bu odanın arkası da kadınlar hamamının ana kubbe altındaki göbek taşına çıkıyor.

İlk yıkanma bölümüne girişte, sağımda kalan bölümde üç kurna vardı. Hamama ilk girdiğimde karanlık olduğu için fark etmemiştim: Kurnanın söküldüğü duvarın içine gömülmüş, diğer kurnaya doğru devam eden yaklaşık 15 cm çapında pişmiş toprak boruyu fark ettim. Kurnalara sıcak ya da soğuk suyu taşıyan orijinal boru bu olsa gerekti. Hamam içerisinde yapılan tahribatlardan kurnalar da nasibini almıştı ama sağa sola savrulmuş bazı kurnaların orijinal olduğunu görmek de sevindiriciydi.

Soğukluk bölümünden sonraki bu ilk yıkanma yerinden devam edildiğinde 3 kurnalı bir bölüm, sonrasında da yine 3 kurnadan oluşan halvet kısmı, bu odaya bağlı olarak da cehennemlik bölümü var. Duvardan 60-70 cm yükseklikten başlayan, üç merdivenle çıkılan ve geçilmesi de epeyce zor olan hamamın bu en sıcak kısmına girmeye cesaret edemedim. Hamamın dükkân komşuları Hasan Karakuş ile Süleyman Altunkaya’nın yardımları olmasaydı göremezdim de. Her ikisine de kültürel duyarlılıkları nedeniyle yeri gelmişken teşekkür ediyorum. Ayrıca karanlık mekânlarda el feneriyle yanı başımdan ayrılmayan Salih Koca isimli komşu çırağı gence de teşekkür borçluyum.

KURTARMAK HALA MÜMKÜN GÖZÜKÜYOR

İncelemelerimde hamamın gerek doğa şartları, gerekse de hırsız ve definecilerce epeyce tahrip edildiğini gördüm. Hırsızlar gömülü olan metal su borularını sökerken duvarlara zarar vermişti. Defineciler akıl almaz yerlerde bir şeyler aramışlardı. Kadınlar bölümünün kubbesi ise otlarla adeta görünmez hale gelmiş, otlar, yalıtım için serildiği anlaşılan orijinal toprak tabakaya tutunmuştu. Her şeye rağmen benim gibi pek çok Çorumlunun hatıralarının saklı olduğu, zaten az sayıda olan memleketimizin birkaç Selçuklu dönemi anıtsal eserinden birisi olan Güpür Hamamı’nı kurtarmak hala mümkün gözüküyor. Sadece biraz ilgi ve duyarlılığa ihtiyaç var. Tıpkı bugünkü Çorum Müzesi gibi. Hatırlayalım: 1914 yılında Emraz-ı Umumiye Hastanesi olarak inşa edilen, zamanla pek çok farklı işleve de ev sahipliği yapan, 1988 yılında ise ne yazık ki yanıp yapı taşlarından başka her şeyini kaybeden Taş Mektep, aklın gücü ve kültürel duyarlılıkla dönemin aydınları tarafından tarihe yeniden kazandırılmıştı. Bunu yeniden başarmak bizim elimizde. Aksi halde milli şairimiz merhum Mehmet Akif Ersoy’un “Süleymaniye” şiirinde ifade ettiği gibi:

“Yıkmak insanlara yapmak gibi kıymet mi verir,

Onu en çulpa herifler de emin ol becerir.

Sade sen gösteriver, işte şu kubbe diye,

İki ırgatla iner şimdi Süleymaniye.

Ama gel kaldıralım dendi mi heyhat o zaman,

Bir Süleyman daha lazım yeniden, bir de Sinan.”

(Not: Tüm fotoğraflar Hasan Tuluk arşivindendir. Çizimler Hasan Tuluk’a aittir.)

Editör: TE Bilisim