Bir kenara not etmişim; Gülse Birsel, 20 Temmuz 2016 günlü Hürriyet’te “Herkes elindeki hakareti yavaşça yere bıraksın” diye yazmıştı. Ben de, toplumsal barış adına, yaşamdan haz alma, mutlu olma, güzelliklerin ayırdına varma adına, bu çağrıyı okurlarımla paylaşmıştım. Farklılıklarımızı zenginlik olarak görme, karşılıklı anlayış, hoşgörü ve kardeşlik duygularımızı her türlü karşıtlığın önüne çıkarma anlamında çağrılarımı da, neredeyse her gün tekrarlıyorum.

Başta kendim itiraf ediyorum, “temcit pilavına döndü” diye, ama ne yapayım ki, başta gerçek bir barış iklimini sağlama, sonra da Çorum’un haklarını alma noktasında bir arpa boyu yol alamadığımız için, aynı şeyleri, benzer şeyleri ikide bir yazmaya mecbur kalıyorum. Çorum “üvey evlat” muamelesi görüyor; ulaşım altyapısındaki eksikleri giderilmediği için sanayileşme hamlesine ivme kazandıramıyor, nitelikli büyümeye geçemiyor.

2 Temmuz günü “Tehlikenin farkında mısınız?” diye yazdım; “Kimse yerinden kıpırdamazsa Çorum küçülmeye başlayacak”…Bunu, TÜİK’in geleceğe ilişkin nüfus projeksiyonuna, yani resmi tahminlere göre söylüyorum. Bütün bunlar, günlük yaşayan, kendi çıkarından başka şeyi düşünmeyen, yaşadığı kentin geleceğine ilişkin herhangi bir kaygı ve sorumluluk taşımayan insanları ilgilendirmeyebilir, ama, bütün yüreğiyle Çorum’u ve Çorumluları seven, sorumluluk duyan benim gibileri ilgilendiriyor. Kaldı ki, kendini düşünmüyorsa çocuklarını, torunlarını düşünen herkesi de ilgilendirmeli.

Onun için, Gülse Birsel’in sözünden esinlenerek, ben de, “Herkes ideolojik takıntısını yavaşça yere bıraksın” diyorum. Çorum adına…Zira, ideolojik yaklaştığımız hiçbir işte, birlikteliği ve bunun yaratacağı sinerjiyi yakalama şansımız olamaz. Yanlış anlaşılmasın; insanların elbette ideolojisi olacak ve siyasi çizgilerini, tavırlarını elbette sürdürecekler, ama ben “takıntı”dan söz ediyorum. Büyük “toplumsal uzlaşma”nın önündeki en aşılmaz engeli kastediyorum.

Kayıtsız, koşulsuz, önyargısız olarak Çorum’un bir envanterini çıkaralım. Neleri var, neleri yok…Örneğin, en büyük artısı “girişimci ruh” mu, bir önceki kuşağın kazandırdığı “Anadolu Kaplanı” unvanı mı? En kıymetli uluslararası referansı “Hitit” markası mı? En büyük lobi gücü, Başkent’te en kalabalık nüfusu oluşturan hemşehriler mi? Bir de, hatta en başta, “kentli” olmak için hiç mi gayret göstermeyeceğiz? Ben de, önce bunu değerlendirmeyi düşünüyorum.