ŞANLI TARİHİMİZİN ALTIN SAYFASI

Geçtiğimiz günlerde, ulusal medyada, işgal yıllarına ait, yüreklerimizi acıtan bazı fotoğraflar yayınlandı.

Bir tanesi 1921 yılına ait. İşgal askerleri, bir Ege köyünde, bir Türk Kadını’ nı köy meydanında oynatıyor, poz verirken de sırıtıyorlar.

İkinci fotoğraf, 1922 yılında çekilmiş. Yine düşman askerler, iç çamaşırlarını, bir Türk Kadını’ na, zorla yıkatıyorlar.

Bir Yunan gazeteci de, Yunan’ın Anadolu işgalini anlatan bir kitap yazmış, kendi milletini yaptıkları çirkinliklerle yüzleştirmiş. Ne kadar utandılar orasını bilmem ama, bir yedek subay, yaşadıklarını şöyle anlatıyor :

Köyde kapıları kırıp giriyorlardı, ben de kapısı açık bir eve girdim, ölü bir ihtiyar vardı, arka odadan kahkahalar geliyordu, 10 kadar asker bir Türk kızını zorla dansettiriyordu, kız ağlıyordu, ayıp dedim, savaştayız dedim, Türk kızı yanıma koştu, ayaklarıma kapandı, kurtarmam için yalvarıyordu, kadındır yapmayın dedim, askerlerden biri süngüsünü çıkarıp bana yöneldi, küfür ederek bas git dedi, kızın çığlıklarını hiç unutamadım.”

*

Bir diğer öykü de Anadolu’dan, Anadolu Kadını’nın ne kadar cefakar ve fedakar olduğunu gözler önüne seriyor. Albay Hulusi Atağ’ın hatıralarından;

“Muharebede yaralandım, beni geriye, hastaneye gönderiyorlardı, pek çok yaralıyla birlikte kağnıya bindirdiler, ağır ağır ilerleyen kağnı yolculuğumuzun ilk akşamı ağaçlık ve subaşı bir yerde konakladık, etrafımızdan vızır vızır geçen katırların çoğunu kadınlar sevkediyordu, bu kadın kafilelerinin birinden hafif bir çığlık duyuldu, bunu takiben bir duraklama ve telaş eseri görüldü, cephane kollarında yer alan hamile bir kadın bir erkek çocuk doğurmuştu, kadını hastaneye yatırmak üzere geri çevirmek istediler, fakat, yorgunluk ve çektiği ıstıraplarla benzi solmuş olan bu kadın kabul etmedi, “bu bebeğin cephedeki babası silah bekliyor, cephane bekliyor, oraya cephane yetiştirmeliyim, geri dönmem” dedi, paçavralara sarıp sarmaladığı bebeğini göğsüne bastırıp, katırların çektiği cephane yüklü arabasına doğru yürüdü gitti. Bu asil kadının davranışı karşısında, biz yaralılar, yüzümüzün kızardığını hissettik.”

İşgal yılları olan 1918-1922 arasında, 4 yıl, bu aziz millet, Ramazan ve Kurban Bayramlarını, işgalci düşmanın bayrakları altında, sessiz sedasız yaşadı.

Ve, 9 Eylül.

Hava mis... Çiçekler açıyordu İzmir’in dağlarında.

Bornova’dan boşaldılar, aşağı doğru, dört nala... Bugünkü Kahramanlar’a geldiler, ödenecek bedel vardı daha... İkinci Tümen Dördüncü Alay’dan Konyalı Mehmet, Akşehirli Hakkı, Avanoslu Ahmet... Düştüler oracıkta. İlk giren süvari olma "şerefi" de Yüzbaşı Şeref’e nasip oldu. İzmirli soyadını aldı sonra... Yunanlılar, çil yavrusu gibi Karaburun’a, Çeşme’ye kaçışırken, minarelerden ezan sesleri yükseliyordu, hiç olmadığı kadar coşkuyla...

Şeref gitti, Hasan Tahsin’in düştüğü yere, Hükümet Konağı’nın alnı kabağına dikti al sancağı! Yüzbaşı Zeki, kışlayı yıllar sonra yeniden Türk Kışlası yaparken; Asteğmen Besim, Kadifekale’ye varmıştı bile...

Allah bize o günü göstermişti.

Mustafa Kemal, oradaydı.

Seyrediyordu İzmir’i.

İşgal edildiği gün, bir ulusun Kurtuluş Savaşı’nı başlatan... İşgalin bittiği gün, o ulusun Kurtuluş Savaşı’nı bitiren İzmir’i.

Seyrediyordu.

Ağır ağır karardı hava... Kavuniçi bir top gibi gömüldü Körfez’e güneş, usuuul usul.

"Biliyor musun İsmet" dedi...

"Bir rüya görmüş gibiyim..."

Karabasanla başlayan, mucizeyle biten bir rüya...

3 yıl 3 ay 22 gün süren işgal, sona ermişti.

Zaferle.

Kendisi için hazırlanan bağevine gitti... Tek kat, taş, penceresiz, gaz lambasının cılız ışığıyla aydınlatılan, buram buram Ege kokan, bağevine... Etrafında efeler. Yorgundu. Çok yorgun. Kadınlarımız, ellerinden öpmeye kalktılar. İzin vermedi. Yemek getirdiler. Yemedi.

Bi kahve istedi.

Büyük Zafer’in ve Kurtuluş mücadelemizin önemi budur işte. Öyle ki, 30 Ağustos 1922 Ülkemizin dört bir yanını işgal etmiş düşmanların, üstün silahlarıyla birlikte çizmelerini de toplayıp gittikleri, kana buladıkları topraklarımızda bağımsızlığımızı yeniden kazandığımız, şanlı tarihimizin altın bir sayfasıdır.

O şerefli askerlerin ve vefakar anaların torunları bizler, bugün, dini bayramlarımızı özgürce kutlayabiliyorsak eğer, 30 Ağustos günü, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde kazandığımız Büyük Zaferimizin sayesindedir.

Tarihimizde pek çok ihanet ve hainliğe maruz kalsa da bu vatan, Ulu Önder’in söylediği gibi;

‘’Benim naçiz vücudum, elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”

Semrin KALELİ

CHP Belediye Meclisi Üyesi

Editör: TE Bilisim