Anayasa’nın ve Türkiye’nin de bir parçası olduğu evrensel hukukun mutlak olarak yasaklamasına ve insanlığa karşı bir suç olma vasfına rağmen işkence olgusunun 2020 yılında da Türkiye’nin en başat insan hakları sorunu olduğunu ifade eden Özdel, siyasal iktidarın ekonomiden toplum sağlığına kadar ülkenin tüm meselelerini güvenlik sorunu haline getirdiğini belirtti.

Siyasal iktidarın toplumu kutuplaştıran, ülke içinde ve dışında şiddeti esas alan, uluslararası sorunların çözümünde çatışma ve savaşı tek yöntem haline getiren politikaları sonucunda 2020 yılında ülkede yüksek sayılarda yaşam hakkı ihlalleri yaşandığını vurgulayan Özdel, “Çok faklı toplumsal kesimlerden insanlar ya doğrudan kolluk güçlerinin şiddeti ya da devletin, “önleme ve koruma” yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu yapısal şiddetin ve/veya üçüncü kişiler tarafından gerçekleştirilen şiddetin sonucu yaşamlarını yitirmişlerdir” dedi.

Çorum Emek ve Demokrasi Platformu Sözcüsü Av. Ahmet Özdel, açıklamasının devamında şunları dile getirdi:

“Küresel salgının daha da derinleştirdiği bu kriz hali, maalesef Türkiye’de de tüm yoğunluğu ve ağırlığı ile yaşanmaktadır. Ülke, 2016 yılından bu yana önce doğrudan, 19 Temmuz 2018 tarihinden itibaren de resmen kaldırıldığı söylense de yapılan pek çok düzenleme ile kalıcılık/süreklilik kazandırılan bir OHAL rejimi ile yönetilmektedir. Bu durum/süreç, siyasal iktidarın gücünü sınırlandıran anayasacılık ilkesinin terkedilmesine, böylece hem hukukun hem de kurumların baskıcı rejimin birer “aracı” haline getirilerek keyfiyetin ve bilhassa da belirsizliğin kamusal alana hâkim kılınmasına yol açmıştır. Özellikle bir yönetim tekniği olarak başvurduğu belirsizlik yaratma gücü, siyasal iktidara salgın koşullarını bir fırsata çevirme imkânı vermektedir. Salgının olağanüstü niteliği ile OHAL’i birbiriyle ilişkilendirerek erkini daha da merkezileştirip toplum üzerindeki baskı ve kontrolünü arttırmaktadır. Salgınla mücadeleyi bir önleme ve koruma eylemi olarak değil de bir güvenlik sorunu olarak ele alan siyasal iktidar, böylesi durumlarda hep yaptığı üzere öncelikle insan haklarını iptal etmeye yönelmiştir. Sonuç ise başta bilgi edinme hakkı, yaşam hakkı, sağlığa erişim hakkı, çalışma hakkı, ifade özgürlüğü, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü olmak üzere tüm temel hak ve özgürlüklerin sistematik olarak ihlal edilmesi olmaktadır.”

“İNSAN ONURUNA LAYIK BİR YAŞAM HERKESİN HAKKIDIR”

“Siyasal iktidarın ekonomiden toplum sağlığına kadar ülkenin tüm meselelerini güvenlik sorunu haline getiren, toplumu kutuplaştıran, ülke içinde ve dışında şiddeti esas alan, uluslararası sorunların çözümünde çatışma ve savaşı tek yöntem haline getiren politikaları sonucunda 2020 yılında ülkede yüksek sayılarda yaşam hakkı ihlalleri yaşanmıştır. Çok faklı toplumsal kesimlerden insanlar ya doğrudan kolluk güçlerinin şiddeti ya da devletin, “önleme ve koruma” yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu yapısal şiddetin ve/veya üçüncü kişiler tarafından gerçekleştirilen şiddetin sonucu yaşamlarını yitirmişlerdir.

Burada en başından beri salgını kontrol altına almak ve halkın sağlığını korumak için olağanüstü bir çaba harcayan ve gerekli önlemlerin yeterince alınmaması sonucu yaşamını yitiren sağlık çalışanlarını özellikle anmak isteriz. Sağlık çalışanlarının Covid-19’un iş kazası ve meslek hastalığı olarak kabul edilmesi talebi derhal yerine getirilmelidir.”

Siyasi iktidarın insan hakları ve yargı alanında reform söylemleri ise bu tablo altında gerçekleşebilecek bir vaat olarak görülmemelidir. Gerçekten bir reform yapılmak isteniyorsa kuvvetler ayrılığı ilkesine dayalı yeni ve demokratik bir anayasanın yapılması ve geçmişle yüzleşmeyi sağlayacak gerçek bir çatışma çözüm sürecine girilmesi bir zorunluluktur. Bu adımlar atılmadan yapılacak şey reform değil, ancak uluslararası taleplere cevaben yapılan bir vitrin düzenlemesi olur.

Hak ihlallerinin son bulduğu, adalet, barış ve demokrasinin tesis edildiği bir ülke ve dünyaya ulaşmak amacıyla mücadeleye devam etmeliyiz.” (Haber Merkezi)

Editör: TE Bilisim