Sultan ikinci Abdülhamid ile başlayan çay üretimi maceramız başarıya ulaştığında biz henüz ilkokuldaydık.

Uzun süren girişimlerdeki başarısızlıklar ve sistemin yenilenmesinin irdelenmesi tarımda başka çözümsüzlüklerin de ortadan kaldırılması açısından kolaylık sağlayacaktır.

Arastaya da ismini veren Taş Mağazanın bitişiğinde Poyrazların çok çeşitli ürünler satan iş yerleri vardı. Orada satılan Seylan (Sri Lanka)'dan gelme yarım çamaşır makinesi büyülüğündeki kontrplaktan yapılma çay sandıklarını aradan geçen altmış-yetmiş seneye rağmen bugün bile görür gibiyim

Çay benim için; günümüzde en iyi içecek. Çay için yazılmış şiirler bile var.

İlkokulda, çay tarımında; "Karadeniz bölgesi umut veriyor" diye okumuştuk.

Günümüzde dünyanın çay ihracatında, dolar bazında beşinci ülkesi olduğumuzu öğrenince gurur duyup; inceledim. Yaptığım incelemede ihracatımız ton bazında düşük olmasına rağmen sallama poşet çayda daha ileri oluşumuzdan dolayı ilk beş ülke arasına giriyoruz.

Çay tarımının Türkiye'de başlama tarihi ile ilgili çok tevatür var. Bunlardan en ilginci; çay fidanını şemsiye içinde Rusya'dan İsmet İnönü'nün getirdiği söylemidir.

Tarihçi yazar Erhan Afyoncu "Çay İsmet Paşa'nın doğumundan önce Türkiye'ye gelmiştir." diyor ve devam ediyor:

"Doç. Dr. Kemalettin Kuzucu çayın Türkiye'ye girişi üzerine arşivlere dayalı yaptığı araştırmalarıyla bu konuyu aydınlatmış ve Türkiye'de çayın tarihiyle ilgili bilinenleri değiştirmiştir.

araştırmalarından çayın Türkiye'ye geliş hikâyesini naklediyoruz.

İlk çayımız Artvin'de yetiştirildi. Her alanda modernleşmenin başladığı İkinci Abdülhamid döneminde tarımda da Avrupai tarza geçilmeye çalışılmıştı. Bir taraftan asırlardır ekilen ürünlerin rekoltesi artırılmaya başlandı. Diğer taraftan ise Osmanlı topraklarında bulunmayan ürünler yetiştirilmeye çalışıldı. Çay da bu ürünlerden biriydi. Uzakdoğu'dan ithal edilen çay tohum ve fidanları İstanbul, Bursa ve Selanik gibi yerlerde tarlalara ekimi yapıldı, ancak başarısız olundu.

Kemalettin Kuzucu'nun araştırmalarına göre 1878'de, Hopa'da ve Arhavi'de çay ekimi başarılı olmuştu. Çalışmak için Rusya'ya giden yöre erkekleri, oradan getirdikleri çay fidanlarını evlerinin bahçelerine ekmeleri sonucu çay Türkiye'ye girmişti.

Bundan sonra çay ekmediğimiz yer kalmadı. Doğu Karadeniz'de bu gelişmeler yaşanırken Osmanlı yönetimi Uzakdoğu'dan çay tohum ve fidanı ithal edip, çay ekimini geliştirmeye çalıştı. 1880'li yılların sonunda Bursa Valisi İsmail Hakkı Paşa zamanında Japonya'dan getirtilen çay fidanları Bursa'da dikildi. Ancak Bursa ikliminin çay ziraatına elverişli olmaması yüzünden netice alınamadı.

Ardından imparatorluğun dört bir tarafında çay yetiştirilmesi için faaliyete geçildi. Erzurum, Sivas, Ankara, Bursa, Aydın, Adana, Halep ve Suriye'nin değişik bölgeleri ve İstanbul'da çay ekimine başlandı. Ancak bu teşebbüs çay ekimi için seçilen şehirlerin ikliminin elverişsizliğinden dolayı bir netice vermedi. İşin ilginç tarafı Doğu Karadeniz'de çay yetiştiği bilinmesine rağmen bölgede üretimin artırılması yoluna gidilmemesiydi.

Rize'ye çayı getiren kişi 1910'larda Rize Ziraat Odası reisliğini yürüten Hulusi Karadeniz'dir.

Ancak Birinci Dünya Savaşı'nın çıkması, Rize'nin Ruslar tarafından işgali Cumhuriyete kadar Rize'de çay ekimi ile ilgili çalışmayı durdurdu.

Hulusi Bey'in, Halkalı Ziraat Okulu hocalarından Ali Rıza Bey'e bilgilerini aktarması, modern çaycılığın kurucusu Zihni Derin'in de konuyla yakından ilgilenmesi Cumhuriyet hükümetinin çay politikalarının ilham kaynağı oldu.Ve bugün çay ihraç eden ülke haline geldik...

* * *

Böyle bir konuyu uzun uzun neden yazdım?

Ateş düştüğü yeri yakıyor. 15 sene önce Turhal'da 50 dönüm araziye eğitimli insanlardan bilgi alarak 400 adet ceviz fidanı diktim.

Ama ne var ki evin ihtiyacı olan cevizi halen pazardan alıyorum. Bizimle birlikte benzer girişimleri olanlar da sonuç alamadılar.

Çay tarımında sonucun elli sene gibi bir zamanda alınışı anlayışla karşılanabilir de, ceviz ülkemizin atadan kalma bitkisi. Orada bile gerekli şeylerin eksik yapılması sonuca ulaşılmasını engelleyebiliyor.

İyi sonuçlara erken ulaşmak ülkemizin yararınadır. Ziraat Mühendisliği eğitimi almış eğitimli insan gücü çok olan ülkelerden birisiyiz.

Ceviz bahçemizin yanında bulunan komşumuz daha önce diktiği cevizlerden bizden daha iyi sonuç alıyor. Torunum Erhan da merak edip soruyor:

"Bektaş Amca, senin cevizler meyve veriyor da, bizimkiler neden meyve vermiyor?"

Komşu Bektaş'ın yanıtı ilginç "Siz cevizleri mühendislere baktırıyorsunuz. Onlara sor!" diyor.

Eğitim, pratik sonuçları olumlu olmadıkça göstermelik kalacaktır. Göstermelik eğitim de tanımı olmayan feci bir şeydir.

Kesinlikle düzene konulmalıdır.

En güzel günler sizlerin olsun.