Bu haftaki yazımızda; insanların toplum içindeki saygınlığını, itibarını, güvenilirliğini yok eden, yerilmiş kötü bir ahlak olan gıybet ve dedikodudan bahsedecek, bu huydan uzak durmamızın önemini anlatacağız.

*

Gıybet ve dedikodu bilir bilmez, gelişigüzel hatta doğru bile olsa insanları hoşlanmayacakları bir şekilde arkalarından çekiştirmek, söz taşımak, jurnal etmek, yalan dolanı ilave ederek kişilerin dedikodularını yapmaktır. Dinimizde zinhar haramdır. Konuşulan husus o kişide varsa buna gıybet, yoksa iftira olur ki, tesbiti halinde hukuken büyük suç, dinen de 80 değnek had cezasını gerektirir.

Bütün insanların az veya çok insani kusurları olabilir. Bunları ikili ve toplum içinde dile dolayıp anlatmak İslam’da ahlak dışı düşük bir harekettir. Müslümanların bu gayri ahlaki durumlardan şiddetle kaçınmaları, yalan ve gıybeti dinlememeleri, konuşmamaları emredilmiştir. Çünkü gıybet, eline maddi birşey geçmediği halde kulların hakkını yemektir ki, gıybet ve dedikodu tam bir kul hakkıdır. Bunun için gıybeti yapılan kişi ve kişilerle helalleşilmediği müddetçe affı ve tevbesi kabul olunmaz. Yani gıybet ne yazık ki bedava günaha girmek, başkalarının hakkını haksız olarak üzerimize geçirmektir. Özellikle insanların gizli kalması gereken hallerini araştırmak, tecessüs, zan yapmak, özellerini ihlal etmek bunların hepsi Kur’an ayetleri ile haram kılınmış, cezası ağır manevi suç ve günahlardır.

Ancak insanlara zarar veren zulüm ve haksızlıkları belgelerle belirlenmiş olanlar fitnecilik yapanların şerrinden insanları korumak amaçlı olarak bu kişiler teşhir edilebilir. Hele de mahkemede bu suç ve suçluların açıklanması zorunlu hukuki ve dini bir emirdir. Yani bu durum gıybetten müstesnadır.

Doğruyu söylemek şarttır. Bunun dışında arkadan konuşulan ve sahibi duyarsa incinen ve hoşlanmayan bütün söz ve davranışlar gıybet ve dedikodudur. Çirkin ve haramdır.

*

Gıybet ve dedikodu niçin haram ve yasaktır, günahtır, suçtur?.. Çünkü, gıybeti, dedikodusu yapılan kişilerin toplum içindeki konumları sarsılır. İnsanların nazarında damgalanırlar. İtibarları zedelenir. Mesela; filanca iflas etmiş dedikodusu edildiğinde bu durum o kimseye ikinci bir darbe olur. Temsil; filanca finans kurumu mali sıkıntı içindeymiş, dense, bütün mudiler oranın kapısına yığılırlar. Bunlar basit bir örnektir. Filancaya mal vermeyin durumları içaçıcı değil vs gibi durumlar gıybet ve dedikodu sebebi ile büyük bir yıkıma sebebiyet verebilir. Bunlar hep yaşanmıştır. Onun için dedikodu tam bir kul hakkıdır.

Bu hususta ulu yaratan Hz. Allah cc ne buyuruyor, bakalım:

“Ey iman edenler! Başkalarının hakkında sakın zan ve vesvese yapmayınız. Çünkü kesin bilgiye dayanmayan zan haramdır. Tecessüs; filanca zannen şöyle böyle imiş demek, tecessüstür. Kendi kanaatinizdir, haramdır. Sakın kimse kimsenin gıybetini yapmasın, arkasından çekiştirmesin. Hiçbir kimse kardeşinin ölmüş etini yemek ister mi? Tiksindiniz değil mi? İşte gıybet ve dedikodu gıybeti yapılan kişinin ölmüş halde etini yemekten daha kötüdür. Bu kötü işlere sakın bulaşmayın. Allah’tan korkun ve derhal tevbe edin. Allah çok bağışlayıcı ve affedicidir.” Hucurat, 12

Ulu Allah gıybet ve dedikodunun ne denli çirkin bir iş ve azim bir günah olduğunu beyanla bizleri önemle uyarıyor.

R.SAV., annemiz Hz. Aişe R.Anha ile sokakta giderken cüce bir kişi görüyor ve, Ya Resulallah, şu adama bak, ne kadar küçük, cüce adam, diyor. R.SAV.in hemen çehresi değişiyor. Ya Aişe tükür yere diyor. Hz. Aişe yere tükürüyor. Ağzından bir et parçası yere düşüyor. Hz. Aişe, ya R.S.V. ben et yemedim, bu et ağzıma nereden geldi, diyor. R.SAV. ya Aişe, bir insanın zem ve gıybetini yapmak onun etini ölü halinde yemekten daha kötüdür, buyurmuyor mu Allah cc. hazretleri. O kişinin boyunun kısalığını onda bir eksiklik olarak gördün ve onun zemmini, gıybetini yaptın. Ağzından düşen et parçası ondandır, buyuruyor. Böylece ayette geçen olay fiilen mucize olarak tecelli etmiş oluyor.

Ya Ayşe, bu günü sakın unutma. Yeryüzünde hiçbir şey yok olmuyor. Hepsi resmen, şeklen korunuyor. Çünkü sorguda delil olacaktır. Kaf suresi, 18 ayet: “İnsan hiçbir söz söylemesin ki onu kaydeden resmeden orada bir melek bulunmasın.” Yine Ulu Allah İsra suresinde “Hakkında kesin bilgin bulunmayan bir hususun peşine düşme. Muhakkak kulak, göz ve kalp bütün azalar yaptıklarından sorumludurlar ve sorgulanacaklardır.” (İsra, 36. ayet) buyurmak suretiyle üzerimize düşmeyen işlerden kaçınmamızı emretmektedir.

R.SAV. de, “Ey ümmetim, ashabım, sizler elinize, dilinize ve belinize bana kefil olursanız ben de sizin cennete girmenize kefil olurum” buyuruyor.

Hacı Bektaşi Veli hazretleri; bu hadisi şerifi dergahının kapısına asmış. “Eline, diline, beline sahip, hakim olmayanın bu dergahta yeri yoktur” demek istemiştir. Bektaşiliğin aslında temeli de budur. Bu kadar önemli emir ve nehiylerden, öğütlerden sonra sanırım kimse dilini gıybete ve dedikoduya bulaştırmaz. Allah’ın hidayeti, inayeti ve selamı üzerinize olsun. Amin.