Fakirin ırmağı 2005 güzünde yatak değiştirdi. 40 yıl İstanbul ve 12 yıl Çorum’dan sonra Akdeniz’in mavisiyle buluşmak… Antalya Gazeteciler Cemiyeti’nin salonunda dinlediğim iki sunum ve iki insan… Hüseyin Çimrin ve Giray Ercenk…
Hüseyin Çimrin, eski Antalya fotoğraflarıyla zenginleşen sunumunda şehrin dününü anlatırken Türkiye’deki vahşi kentleşmenin topluma neleri kaybettirdiğini satır aralarında söylüyordu. Yorum dinleyene aitti. Dinleyen ve izleyen kendi akli ve fikri terazisinde tartacaktı yaşananları.
Bir başka sunumda Giray Ercenk ise yollar, limanlar ve ticaret ilişkisinden yola çıkarak (tarihin çarkını çeviren ekonomik ilişkiler) inançların yayılma haritasını anlatmıştı.
Sunum sonrası ayaküstü tanışma imkânım oldu. Anlatımının “Damdaki Deve Sürüsü” adlı kitabında kapsamlı olarak yer aldığını söylemişti. Ancak 1998’de yayınlanan kitabın mevcudu kalmamıştı.
Giray Ercenk ile şimdi yerinde yeller esen iki mekânda rastlaşırdık. ANSAN (Antalya Sanatçıları Derneği) ve ÇYDD’nin Yavuz Özcan Parkı’ndaki lokallerinde…
Bu iki mekân şehrin kültür, sanat ve siyasetle uğraşan insanlarının buluşma noktalarıydı. Her iki mekân da “Muhaliflerimin toplandıkları yerleri dağıtın” talimatıyla dönüştürüldüler.
Burada bir yol soluklanalım. Belleğin kuytularından bir eski fotoğraf kıpırdıyor çünkü. Fakirin ırmağı Çorum’dan geçerken uğrak yerlerinden biri de Enver Leblebicioğlu’nun eczanesiydi. Enver Abi, aileden gelen musiki ile uğraşma geleneğini devam ettiren biriydi. Ve eczanesi şehrin buluşma ve sohbet noktalarından biriydi.
Uğrayanlar arasında İlyas Hafız da vardı. Din görevliliği yanında her yıl verdiğimiz Türk musikisi konserlerinin değişmez gazelhanıydı.
İlyas hafız’ın eczaneye her girişinde Enver Abi ayağa kalkarak karşılardı onu. Bir gün ikili sohbetimizde İlyas Hafız’ı ayakta karşılayışının sebebini söylemişti. “Bu adam yürüyen, ayaklı Kuran… Bu nedenle onu ayakta karşılıyorum.
Hüseyin Çimrin ile Giray Ercenk’e de saygımın ve sevgimin aynı temelde inşa edildiğini söylemek isterim. Romancı Celal Hafifbilek (1930 – 28 Şubat 2012) H. Çimrin için “sivil tarihçi” derdi. Hüseyin Çimrin, zamanın çarkları arasında öğütülen, unutulan bir tarihi kitaplaştırarak kent belleğine kayıt düşenlerdendir.
Giray Ercenk de aynı eylemi yatağını derinleştiren ve genişleten bir ırmak gibi yapmaktadır. Ol sebepten Giray Ercenk demek tek kelimeyle “Anadolu” demektir. Yunus Emre’dir, Hacı Bektaşı Veli’dir, Ahiliktir, Nasrettin Hoca’dır. Ve ayrıca Mevlana’nın popüler kültürde üstü örtülen saklı duruşunu gösteren bir ışıktır. Ercenk, olguları analiz ederken sosyoekonomik ilişkilerin sonuçları ne denli etkileyip belirlediğini okuyan ve gösterendir.
2010’da yayımlanan “Dünden Bugüne Döşemealtı” adlı çalışması için Giray Ercenk şunları söylemektedir. “Eski çağlardan beri Antalya çanağındaki limanlardan çıkan bütün yollar Döşemealtı’ndan geçiyor. İkincisi, Döşemealtı, bizim göçebe kültürünün üretim biçiminin kışlak alanı. Döşemealtı’na iki günlük mesafede yaylalar var. Bu çok önemli… Çukurova’da en yakın yaylaya bir haftada çıkılıyor. Oysa Döşemealtı’ndan yaylalara iki günde çıkılıyor. Bunun için Döşemealtı ideal bir yerleşim yeri. Öte yandan Döşemealtı, Anadolu’da en eski insan yerleşimlerini barındıran bir yer. Özellikle Karain Mağarası son araştırmalara göre günümüzden 500 bin sene öncesinde insan yaşadığına dair buluntu veriyor. Döşemealtı bugünkü hâliyle geçmişin okunduğu bir sosyo-coğrafya. 600 kilometrekarelik bir yerde 40 ören yeri var. Hanlar, kaleler var, göl, su, akarsu, zeytinlikler var. İnanılmaz bir zenginlik var. Bu coğrafyayı iyice okuyalım, iyice okumadan bu kitap kapanmamalı.”
Yedi bölümden oluşan kitap, Karain Mağarası ile başlıyor. Döşemealtı’na adını veren antik yollar, boğazlar, üretim, zanaat, inanç ve adak yerleri, su saklama yapıları, kuyular ve sarnıçların anlatıldığı kitapta yöreye özgü “Döşemealtı Halısı” da önemli bir yer tutmaktadır.
Geçtiğimiz günlerde ise Antalya’nın Doğu’sunun anlatıldığı “Dağın Dili” adlı kitabıyla Giray Ercenk, Bozkır'dan Alanya'ya, Hadim'den Manavgat'a ve Gündoğmuş'a bölgede yaşamış uygarlıkları, ticaret ve göç yollarını, üretimi, toprak, tarım, zanaat ilişkilerini ve kültürel yaşamı tarihe kayıt düşmektedir.
“Dağların Dili” adlı kitabının ATİK’te (Antalya Tenis İhtisas Kulübü) düzenlenen tanıtım kokteylinde konuşan Ercenk şunları söyledi: “Antalya Körfezi’nin doğusundaki yolun gidip geri döndüğü, öbür tarafa geçmeyen Gündoğmuş odaklı bir kitap. Ben oranın Belediye Meclisi Kararı ile fahri hemşerisiyim. Ben de bu kitapla oraya borcumu ödedim. Gündoğmuş odaklı bir yaşamı, onun odağında olduğu Seydişehir, Hadim, Bozkır, İbradı, Akseki, Gündoğmuş, Alanya, Manavgat gibi 15 bin kilometre karelik bir havzanın sosyolojik ve tarihi resmini çizmeye çalıştım. Bu benim çok uzun yıllarımı, beş yılımı aldı. 40 bin kilometre yol yaptım.” Kitabının Antalya’nın, üniversitelerin, araştırmacıların hizmetine sunulduğunu belirten Ercenk, “Ben bu çabamdan ötürü çok mutluyum. Şimdi bir de Batı’yı yazarsak görevimi yapmış olacağım” dedi.
Giray Ercenk’in “beş yıl” ifadesi bizce yapılan çalışmanın önem ve değerini anlatmada yeterli değildir. Çünkü Ercenk’in kitaplarının arka planında bir ömrün okumaları ve sosyokültürel birikimi vardır.
Dünü bilmeden günü anlamak ve yarını tasarlamak mümkün değildir. Şöyle ki her okulda tarih eğitimi verilirken gençlerimize yaşadıkları bölgenin de tarihi ayrıntılarıyla öğretilmelidir. Kökleri olmayan bir ağacın fırtınalara dayanması nasıl mümkün değilse kendi tarih köklerini bilmeyen toplumların da kendilerini önce anlamaları ve sonra da geleceğe emin adımlarla yürümeleri mümkün değildir.
Meraklısı için ek: Tanıtım kokteylinde Yusuf Örnek gerek “Dağın Dili” ve gerekse Giray Ercenk hakkında çok önemli saptamalarda bulunan bir konuşma yapmıştı. Sunum sonrasında kendisini kutlayarak bu ifadelerini yazılaştırmasını ve kent belleğine bırakmasını rica ettim. Giray Ercenk ile bir görüşmemizde de Yusuf Örnek’e olan ricamı ileterek yazı için isteğini tekrarladım.
İnsan belleği unutma özürlü… Bu yazıyı kaleme alırken Yusuf Bey’in adını hatırlayamadım ve Giray Abi’yi telefonla aradım. Yanıt gelmeyince meşgul olduğunu düşünürken saniye sekmesiyle Giray Abi beni aradı ve telefonu Yusuf Bey’e verdi. Tanıtım kokteylindeki konuşmasını yazılaştırmasını bir kez daha rica ettim. O da yazılı metinden konuşmadığını, notlara bakarak o konuşmayı yaptığını belirttikten sonra yazıyı yazmayacağını söyledi. Ben fakir notların fotokopisini istediyse de aldığı yanıt yine olumsuzdu. Yukarıdaki yazıda bana göre eksikliklerin sebebini kayıt düşmek amacıyla işbu ek kaleme alınmıştır. Arz ederim.