Büyük Atatürk’ün, kadınlarımıza seçme ve seçilme hakkını tanımasının üzerinden tam 84 yıl geçmiş.

5 Aralık’ta bu anlamlı günü kutladık.

25 Kasım tarihi ise, “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü” idi.

Kadınlarla ilgili gün ve haftaların çokluğuna bakan da, kadınlara bu toplumda ayrıcalık tanındığını, duyarlılık ve özen gösterildiğini sanır. Ne yazık ki, bu günlerde, haftalarda, ne kadın sorunlarına çözüm üretildiği görülüyor, ne de yüzeysel ifadelerin ötesine geçilip somut öneriler sunuluyor.

*

1925 yılında Atatürk, “Bir milletin yalnız erkeklerinin ilerlemesiyle o millet yükselemez. Eğer kadın da aynı ölçüde ilerleme halinde olmazsa, erkeğin yükselmesi mümkün değildir” diyor.

1926 yılında Medeni Kanun kabul ediliyor ve kadın ile erkeğe yasa önünde eşit haklar tanınıyor.

5 Aralık 1934’te de Türk kadınları seçme ve seçilme hakkına kavuşuyor.

Bu, Fransa, İtalya, İsviçre, Belçika gibi pek çok Avrupa ülkesinden önce, Türkiye’de kadınların seçme ve seçilme hakkını elde etmesi anlamına geliyor.

Yine, Atatürk’ün kadın-erkek eşitliği ilkesini ortaya koyması da, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabulünün 20 yıl öncesine denk geliyor.

Nasıl bir ileri görüşlülük ve nasıl bir çağdaşlık?...

*

Elbette, yasa önünde eşitliğin pratikte eşitlik anlamına gelmediğini yaşayarak görüyoruz.

Kadına şiddet olayları da, toplum yaşamındaki eşitsizlikler de, yasaların bu bakımdan yeterli olamayacağını, asıl toplumda ciddi bir zihniyet değişiminin gerekli olduğunu gösteriyor.

“Atatürk ilke ve devrimleri” diye özetlenen de bu işte.

Yüce Önder, her alanda değişimin, yenileşmenin, çağdaşlaşmanın yolunu açmış, ilerleme metotlarını göstermiş. Çok partili sistemin, yani demokrasinin denemelerini yapmış. Ama, istediği sonuçlara ulaşmaya ömrü vefa etmemiş.

Zaten, bırakınız toplumu, yakın çalışma arkadaşlarının çoğunun bile kendisini anlayamadıklarını, zihniyet olarak çok gerisinde kaldıklarını yaşanmış olaylardan biliyoruz.

*

Bu ülkede kadın-erkek eşitliği -tam olmasa bile- ciddi ölçülerde gerçekleştirilebilmiş olsaydı, bugün farklı bir medeniyet ikliminde yaşıyor olabilirdik ve tartışma konularımız da çok farklı olabilirdi.

Oysa, kadının toplumsal yaşamda olduğu gibi siyasetteki varlığı da son derece sınırlı.

Parlamentoda da, yerel yönetimlerde de kadın oranı hayli düşük.

*

Önümüzde yerel seçimler var. Gönül arzu ediyor ki, tüm partilerde kadın aday sayısı artsın. Siyasete kadın eli değsin. Bu, siyasete sevginin, şefkatin, anlayış ve hoşgörünün egemen olması anlamına da gelecek aynı zamanda.

Ama, tablo ortada işte!..

Başkan adaylıklarında umduğumuzu bulamıyoruz, bir de meclis üyelikleri için ortaya çıkacak listelere bakalım!..