Yıl 1950…

O günden bu yana bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete…

Sözü tarikatlara getirmek istiyorum.

Ne yapıyor, ne yapmak istiyor bu tarikat ve cemaatler?

Ya da onları ortalığa salıveren güç; ne yaptırmak istiyor, kafa olarak hâlâ 19. yüzyılda yaşayan bu insanlara?

Ne din için, ne ilim / fen için, ne insanlık için, ne ülke için hiçbir şey üretmeyen bu örgütler; bu topluma ne veriyor?

Ya da şöyle sorayım sorumu; kerametleri kendilerinden menkul bu örgütler; ülke kalkınmasına ya da İslamiyet’e nasıl bir katkı sağlıyor; biri anlatabilir mi bana?

!!??...

Ben anlatayım.

Kutsal kitabımızda yeri dahi olmayan asalak örgütler; ülkemizi ve ülkemiz insanını her türlü ilim ve fenden uzaklaştırıp, hurafeler bataklığında boğarak kendilerine tensel ve tinsel (maddi ve manevi) çıkar sağlamak istiyor?

… …

AKP iktidarıyla birlikte, ülkenin dört bir yanını, adlarına tarikat ve cemaat denen bu faydasızlar sardı.

Sözde dinsel amaçlı bu örgütlerle birlikte;

Yıllar sonra sarıklar tekrar girdi ülkeye.

Ve sakallılar, şalvarlılar girdi.

Dişdaşa ya da kandura denilen Arap erkelerinin giydiği beyaz etekler girdi.

Bu zihniyetin sahip olduğu öğrenci yurtlarında, yedikleri haltı, “bademleme” olarak niteleyen sapıklar girdi.

Bu sapıkların tecavüzüne uğrayan çocukların çığlıkları yükselmeye başladı, bu yurtlardan.

Köylerde, ahırdan bozma barakalar, okul olarak kullanılırken; dağ taş, içi doldurulamayan camilerle ve kuran kurslarıyla doldu.

Sonuç?

Sonuç eğitim bitti, üretim bitti, hak bitti, hukuk bitti, adalet bitti…

Demokrasi bitti, kültür bitti, sevgi bitti, saygı bitti.

Aktöre (ahlak) bitti.

Kalkınma hamleleri, kalkınma gayretleri bitti.

Üretme azmi, hevesi bitti.

Laiklik ayaklar altına alındı.

Ekonomi çöktü.

Güven bitti.

Dinsel kurumlar, bu asalak kurumlar tarafından zapt edildi.

Okullara girildi, kışlaya girildi, adliyeye girildi.

Medyaya girildi, bankalara girildi.

Meclise girildi.

Oysa din ayrı, devlet işleri ayrı…

Neden, niçin, niye bu gerçeği kabullenemiyoruz?

Neden akıllanmıyor; neden gerçekleri görmüyoruz?

Dinle devlet işlerini birbirinden ayırmamak için neden inatla direniyoruz?

Oysa dinle devlet işlerini birbirinde ayır(a)mayan ülkelerin durumları ortada.

İşte Arap ülkeleri.

İşte Taliban’ın ülkesi Afganistan.

Ve işte ülkemizin son yirmi yılının iktidarı ve bu iktidarın yarattığı ortam.

Hemen her konuda tel tel dökülüyoruz.

Ülke içinde, ülke insanına ve laik kurumlarına karşı panter olan siyasiler(!); ülke dışında, gelişmiş ülkelere karşı kuzu gibiler.

Niye?

Çünkü hemen her konuda Batı Ülkelerine muhtacız.

Çünkü çalışmıyoruz.

Çünkü üret(e)miyor, üretmek için çaba göstermiyoruz.

Çünkü dini, çıkarları doğrultusunda kullananların eline düştük.

İstiyoruz ki; biz hu çekelim; Batılı Ülkeler bizi doyursun, aşımızı, ilacımızı versin.

Biz “hu” çekelim, Tanrı bizi doyursun.

Biz üretmeyelim, avuç açtığımız ülkeler bizi beslesin.

El avuç açtığımız ülkeler bile şaşıyor bu halimize.

El avuç açtığımızla kalıyoruz; uzattığımız avucumuza hiçbir ülke, hiçbir şey koymuyor.

“Çalış, sen de üret…” diyorlar.

Biz ne yapıyoruz?

Üretmediğimiz gibi üreten kurumlarımızı da satıp savıp, elden çıkarıyoruz.

Çalışmamak, üretmemek için direniyor; tek bildiğimiz iki şeyi yapıyor; bir bölümümüz hu çekiyor; diğer bir bölümümüz Batı Dünyasına sırnaşıp, el avuç açıyoruz.

Ve…

Ve insanlarımızı yanlış eğitmeye, asalaklaştırmaya devam ediyoruz.