1961 - 1971 sürecinden gerekli dersleri alamayan gençlik liderleri, 1974 affından sonra yaşanan ve 12 Eylül 1980’deki Amerikancı darbeyle biten dönemden de yeterli çıkarımları yapamamışlar, 1980 - 2012 arasındaki 32 yıl, karşıdevrimin baş rolü oynadığı yıllar olmuştur.

1980 öncesinin gençlik hareketlerine öncülük edenler veya öncülük etmeye çalışanlar; a) Biz yenildik, diyerek mücadele dışı kalmışlardır… b) Eski bakış açılarından yola çıkan söylemlerini sürdürerek eylemli yapılarını sürdürmek isteyenler ise halk desteklerini çoktan kaybetmiş olmaları nedeniyle kapalı devre yapılara dönüşmüşlerdir… c) Sistemin yedeğine takılarak emperyalizmin değirmenine su taşımışlardır… d) a,b,c şıklarının ortak paydası, toplumu, dünyayı ve devrimi anlayamamaktan ibarettir. Bir diğer deyişle baş çelişme ve baş düşman tespitlerini yapmada gösterdikleri zafiyettir.

Dedikten sonra gençlik ve devrim meselesine gelebiliriz.

Gençlik, bir sosyal sınıf değildir ve bu haliyle tek başına devrime önderlik etmesi beklenemez ve beklenmemelidir. Ancak gençlik, bütün devrim süreçlerinin olmazsa olmazı, süreci hızlandıranıdır. Kimyadan bir benzetme yaparsak gençlik katalizördür.

Meraklısı için parantez: (Katalizör, bir kimyasal tepkimenin gerçekleşmesi için gerekli olan aktivasyon enerjisini düşürerek tepkime hızını artıran, tepkimede değişikliğe sebep olduğu halde kendileri tepkimeden etkilenmeden çıkan, yani fiziksel veya kimyasal yapılarında bir değişiklik olmayan maddelere verilen addır.)

Gençlik, her dönemde gençliktir. Sınıfsal bir özelliğe sahip değildir.

Yıldırım Koç, “Gençlik ve Atatürk” başlıklı yazısında gençliği söyle tanımlar.

“Genç, deli kanlıdır; girişkendir.

Genç, kurulu düzenle, sistemle bütünleşememiştir.

Genç, baskı ve sömürüye karşı daha duyarlıdır; özgürlükçüdür.

Genç, insanın çevresini ve dünyayı değiştirebilme gücüne sahip olduğuna inanır.

Genç, hayatın sıkıntılarının henüz köreltmediği bir özgüvene sahiptir.

Gencin sırtında yumurta küfesi yoktur.

Genç, enerji, coşku ve inanç doludur.”

İşte bu özellikleri nedeniyle toplumsal muhalefetin ve devrim süreçlerinin olmazsa olmazı gençlerdir, gençliktir. Ne demiştik? Sınıfsal bir özelliğe sahip değildir. Ne işçidir, ne köylü, ne de egemen sınıf temsilcisi… Aile kökeni nereden gelirse gelsin ortak özellikleri bellidir.

Gelelim devrime…

Devrim, toplumsal bir yapının bir ileri evreye geçmesidir.  Köleci tolumdan feodal topluma geçiş bir devrimdir. Feodal toplumdan kapitalist topluma geçiş bir devrimdir. Son sözümüzü açalım mı? Feodal toplumdan kapitalist topluma geçişte devrimin lokomotifi burjuvazi (kentsoylular) müttefiki ise yoksul, topraksız köylülüktür.

Gelelim Türkiye’ye…

Türkiye, 1838’de yapılan Hünkâr İskelesi Anlaşmasına kadar feodal bir devlettir. Dış dinamik olarak Avrupa’da gelişen kapitalizm gelişen sanayisi nedeniyle dışa açılmak yeni pazarlar bulmak ve hammadde ihtiyacını karşılamak zorundadır. Osmanlı Devleti bütün kapitalist ülkelerin iştahını kabartan bir coğrafyadır. Farklı inançlardan ve etnik kökenlerden oluşması onun bölünüp yönetilmesini kolaylaştırmaktadır. Ve en önemlisi 1838’den sonra Osmanlı Devleti dış dinamiklerin de etkisiyle yarı feodal ve yarı sömürge bir yapıya dönüşmüştür. Osmanlı Devleti’nin parçalamasını geciktiren etken emperyalist devletler arasında paylaşım pazarlıklarıdır.

Birinci Paylaşım Savaşı’ndan sonra Rusya’nın Ekim 1917 Devrimiyle devre dışı kalması diğer emperyalistlerin paylaşım pazarlıklarını kolaylaştırmıştır. Sevr Anlaşması Osmanlı’nın bir bölüşüm mutabakatıdır. Ancak…

Mustafa Kemal diye bir önderin tarih sahnesine çıkacağını hiç kimse hayal bile edememiştir. Çanakkale savunmasında örsle çekiç arasında çelikleşen bir ulus emperyalist işgale karşı Mustafa Kemal Paşa önderliğinde emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı vererek ki dünya tarihinde bir ilktir bu, antiemperyalist mücadelenin çoban ateşlerini yakmıştır. Bu tarihten sonra hiçbir şey emperyalistler için eskisi gibi olmayacaktır. Anadolu’daki devrim ezilen ulusların liderleri tarafından günü gününe telgraf başında izlenmektedir. Mustafa Kemal ve Türk milleti kazandığında onlar da kazanacaktır.

Jön Türkler ile başlayan Türk devrin sürecinin Anadolu ihtilâli yaşanırken Türkiye’deki sosyal yapıya bakmalıyız. Yarı feodal ve yarı sömürge bir devlet…  Ne burjuvazi var, ne işçi sınıfı… Bu şartlarda Mustafa Kemal Paşa, her türlü etnik, dini siyasi ayrılığı öteleyerek Türk milletini tek çatı altında birleştirerek emperyalizmi, dâhili ve harici işbirlikçilerini denize dökerek dünya devrim tarihinde bir ilke imza atmıştır.

Bu devrim, millidir… Sınıfsal bileşeni ise toprak sahipleri, yoksul köylülük, esnaf ve olabildiğince tüccarlardır. Bu yapı içinde ister istemez askerler ve sivil bürokrasi ve gençler vardır. Bu katmanlar milli yapının hele bu sosyal şartlarda olmazsa olmazlarıdır. Ordunun katılmadığı devrim yaşanmış mıdır? İsterse karşıdevrim olsun…

Mustafa Kemal Paşa, yarı feodal ve yarı sömürge bir toplumsal yapıdan bir milli devrim çıkaran bir önderdir. Emperyalizme karşı mücadele eden bütün toplumlara önderlik etmeye devam edecektir.

Gelelim bu güne…

Bugün Türkiye’si devrimde geriye dönüşün başlamasıyla bu tarih bazı yorumlara göre 1946, bazılarına göre 1950’dir dense de geriye dönüş süreci 11 Kasım 1938’de başlamış, birinci tırmanma şeridine 1946’da geçmiş, 1950’de makas değiştirerek tırmanma hızlanmıştır. Bu tırmanmanın belirleyici etkeni feodal kalıntıların tasfiye edilememesidir. Dış etkenler İkinci Paylaşım Savaşı’ndan sonra yeniden belirleyici olmaya başlamışlar, feodal kalıntılar üzerine giydirilen çok partili demokrasi müsameresi emperyalizmin en gerici unsularla birleşerek kendi çıkarlarına hizmet eden bir yapı inşa etmiştir. Halk Allah ile kandırılarak demokrasi müsameresi kurumsallaşmıştır.

Kendilerini merkez sağ olarak tanımlayan siyasi yapılar gündelik çıkarları sonucu toprak ağalarının ve tarikatların getirdiği paket oylarla sandıktan çıkmayı demokratikleşme olarak anlamış ve anlatmışlardır.

Bir süre sonra ise devrimle kurulan Cumhuriyet’ten bir Kürdistan hayalleri depreşen emperyalizm için ise Kürtçülük sol içinde kuluçkaya yatırılmıştır. Sevr’de yazılan ama yırtılıp atılan Kürdistan ve Ermenistan emperyalizmin not defterinden hiç silinmemiştir. Emperyalizm kendi çıkarları için her türlü yapıyı taşıyıcı anne olarak kullanmıştır ve kullanmaya devam etmektedir. Nasıl paranın dini yoktur diyorsa emperyalizm ona hizmet için sağın da solun da, etnik kökenin ve inancın da bir önemi yoktur. Yeter ki emperyalizmin çıkarlarına hizmet etsin…

Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyoekonomik sürecinde gelişen kapitalist üretim ilişkileri bağlamında bir işçi sınıfı oluşmuştur. Bu süreç kaçınılmaz olarak sendikalaşmayı da getirecektir. Feodalizmin tasfiye edilememesi nedeniyle yarı feodal yapı egemenliğini sürdürürken giderek dışa bağımlılığı artan ekonomi kaçınılmaz olarak yarı sömürge yapıyı beraberinde getirmiştir. Feodal ilişkilerin önde göründüğü yapılarda ağa ve şeyh egemenliği sürerken, modern gibi görünen kesimlerde “kanaat önderi” denilen çakma ağa ve şeyhler oluşmuştur. Özgür birey ve özgürce karar vermek teorik ifadeler olmaktan öteye gidememiştir.

12 Eylül 1980 darbesinden sonra toplum bir taraftan apolitize edilirken bir taraftan da özellikle 1990’dan sonra medya üzerinden “toplum mühendisliği”nin kobayı haline getirilmiştir.

28 Şubat 1997’de mıntıka temizliği yapılarak siyaset sahnesi yeni aktörlere hazırlanmıştır. 1996 tarihli Rand Corparation Raporu iki isimden söz etmektedir. Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül…

Merkez sağın raf kullanma ömrü bitmiştir. Merkez sol mu dediniz? Sosyal demokrasi denen ifadenin tarihi sürecinden habersiz “aslan sosyal demokratlar”… Tanzimat’tan beri tercüme reçetelere tutkun yapı artık yeniden hortlamıştır. Kopyala yapıştır… Tabelasında sol yazan ne varsa tercüme etmenin vahim sonuçları yaşanmaktadır. Komşusunun kullandığı ilacı içip alerji krizinden acile kaldırılan hastalık hastası bir yapı… Ve trajedi…

Türkiye hızla anayasa dayatmasıyla şehir devletlerine bölünme sürecine sokulmuştur. Toplumu uyarması, milleti bileştirmesi gereken yapılar ise iç operasyonlarla dönüştürülerek etkisizleştirilmiş ve tertibin figüranı olarak kullanılmaktadır.

Ekonomi makineye bağlı hastadır. Sıcak para ise ayakta tutulmaktadır. Yunanistan’dan daha büyük cari açık muhalefet için bile çanları çalmamaktadır.

Sendikaların başına AB çuvalı geçirilmiş ve devrimin lokomotifi raydan çıkartılmıştır. 12 Eylül 1980’deki sendikalı işçi sayısını 2012 Türkiye’si hâlâ yakalayamamıştır dersek gelinen tablo umarım özetlemiş olacaktır.

İşçi sendikalarında yaşananlardan ders çıkaramayan toplum 1990’dan sonra başlayan kamu sendikalarında da parçalanmışlıkta işçi sendikalarını geçmiştir. Bir bilgi notu daha; sendikalı memur sayısı işçi sayısını geçmiştir.

Türkiye’yi etnik temelde bölme tertibinin bir parçası sendikalar üzerinden oynanmakta etnik temelde sendikaların oluşması için çalışmalar bir ileri iki geri sürmektedir.

Ulus devleti oluşturan etnik kökenler (milliyetler) üzerinden anadilde eğitim kışkırtmasıyla şehir devletlerinin zemini açılmaktadır. Çerkesçe, Lazca kısa zamanda Kürtçeye eklenmiştir.

Cumhuriyet’i korumayacak Türk Ordusu’nun da başına çuval geçirilmiş, çeşitli tertiplerle Silivri ve Hasdal zindanlarına kapatılmıştır.

İngilizci, Fransızcı, Rusçu paşalara nazire tarih tekerrür ettirilmiş ülke ABD’nin BOP Projesinin Eş-Başkanı tarafından yönetilmektedir. Bu durum 34 kez kameralar önünde ifade edilmiştir. Tevatür filan değildir.

“Sıfır sorun” yaftalı dış politika ülkeyi bütün komşularıyla artı sorunlu hale getirmiştir.

Cumhuriyet’in tüm milli değerleri ağır saldırı altındadır. Tüm ulusal bayramlar yeni bir yönetmelikle dönüştürülmeye çalışılmıştır.

Bu noktanın özeti şudur: Türkiye devrim sürecine girmiştir. Dâhili ve harici şartlar devrimi dayatmaktadır. Eğer süreç doğru yönetilirse, devrim treninin lokomotifinin hangi sosyal yapı ve müttefikleri olduğunu algılayan bir siyasi önderlik olur ve her türlü etnik, dini, siyasi ayrılık ötelenerek milli bir cephe kurulursa Türkiye yeniden tam bağımsız bir ülke olacaktır. Bu aşamada gençleri “haydi siz devrimi göreceksiniz…” diye öne sürmek 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbelerini görmüş kuşaklar için fevkalade ürkütücüdür. Gençler devrimlerin olmazsa olmaz hızlandırıcı etkenleridir ama salt gençlerin devrim yaptığı görülmemiştir.