Avrupa’daki baskıcı rejimlerden ve soykırımlardan kaçan bilim insanlarına, 1940’larda ülkemizin kucak açtığını ve üniversitelerimizin gelişiminde bu akademisyenlerin büyük katkılarının olduğunu bilmeyen yoktur.

Aslında, yüzyıllar boyunca zulme uğrayanlara kol-kanat geren bir ulusun bireyleri olmakla hep gurur duyduk.

Hitler’den kaçan bilim insanlarının Türkiye’ye sığınmaları da, bu asil duygunun ve bilime verilen değerin bir ifadesiydi.

Yine Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren, kıt imkânlara rağmen Türk gençlerinin yurt dışına okumaya gönderilmeleri, uzak görüşlülüğün ve güzel bir gelecek kurma özleminin ürünüydü.

Pek çok da güzel sonuçlar doğurdu.

*

Bugün yine olabildiğince çok gencimizin Avrupa’da, Amerika’da, dünyanın gelişmiş diğer ülkelerinde öğrenim görmeleri, Türkiye’nin bilimsel çıtasının yükseltilmesi açısından son derece önemli. Ancak, bu gençlerimizin en azından önemli bir kısmının, yurda dönerek kendi insanımıza hizmet vermesi şartıyla…

Bugün ise, yurda çıkışlar genellikle “beyin göçü” diye adlandırılabilecek nitelikte. Dışarıda okumaya gidenler, mümkün olursa yurda dönmemeyi tercih ediyor. Ya da yurt içinde okuyanların önemli bir kısmının gözü dışarıda. Fırsat bulduğunda kaçmaya hazır.

*

Örneğin, Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı Uluslararası Göç İstatistikleri’ne göre, 2017 yılında ülkeyi terk edenlerin oranı, bir önceki yıla göre yüzde 42 artmış. Sayı olarak 253 binin üzerine çıkmış.

Gençleri göç ettiren nedenlerin başında da “umutsuzluk” sayılıyor.

Umutsuzluk…

Ekonomik nedenleri var, psikolojik nedenleri var…

*

Gençlerimizin geleceğe dönük umutlarını karartıp yurdu terk etmelerine yol açıyorsak eğer, ülkemizin geleceğini de karartıyoruz demektir ki, buna hakkımız yok.

Mülteci akınıyla niteliksiz insanlarla yurdumuzu doldurup, nitelikli kendi insanlarımızı kaybetmeye gerçekten tahammülümüz yok.

Bu konu üzerinde ciddi araştırmaların yapılması ve en önlem gerekiyorsa alınması gerektiğini düşünüyorum.

Ülkemizin geleceğinden ödün veremeyiz.

Vermemeliyiz.