Pazartesi günkü yazımda, “Artık silkinip kendimize gelme zamanı geldi de geçiyor…” demiştim…

Henüz gördüm, bu yazıma pek çok destek iletisi gelmiş.

Çevikel rumuzu (ya da adıyla) yazan okurum; düşünce ve eleştirilerini şöyle dillendirmiş ve sormuş; “Ben bu iktidarı anlamakta inanın çok zorlanıyorum; siz anlıyor musunuz?

“Cumhurbaşkanı Erdoğan, televizyona çıkıp, şu an yaşadığımız salgın hastalıkla ilgili bağış kampanyası başlattı. Demek ki devlet, bu konudaki fonları ve yedek akçeleri öyle ya da böyle, bir şekilde kullanılmış ve sıfırlamış. Devlet kasası tamtakır, bomboş yani.

Olan olmuş, şu aşamada ben bunun üzerinde durmuyorum.

Sayın Cumhurbaşkanı televizyonlarda, bir yandan iban numarası verip, bağış kampanyası başlatıyor; diğer yandan da (kendi ifadesiyle) bir gemi dolusu İtalya’ya; bir uçak dolusu Portekiz’e ve de diğer ülkelere yardım gönderildiğini dillendiriyor.

Kızılay’ımız, Afrika’da yaptığı yardım turlarından, Türkiye’ye dönmeye fırsat bulamıyor.

Bu tür konulara ilişkin güzel bir deyimimiz var; hem kel, hem de foduluz.

Ben bu iktidarı anlamakta inanın çok zorlanıyorum; siz anlıyor musunuz?”

* * *

M.H adlı okurum da; karikatürlerle bezeyip, zenginleştirdiği, oldukça uzun yorumunda özet olarak şunları dillendirmiş.

“…1950’li yıllardan bu yana, herkesin malumu bir kesim, ‘anlamsız ve gereksiz bir biçimde’ hemen her konuda, ‘İslamiyet sandıkları Arap kültürünü(!)’, gündemde tutmayı; bu kültürü(!), ilmin ve fennin önüne geçirme çalışmalarını, marifet sanıyor.

(…)

Bu tür davranışlar, belli bir kesimi hoşnut ederken; belli bir kesimi de dinden, imandan soğutuyor.

Sizin de dillendirdiğiniz gibi ülkenin dört bir yanını, kerametleri kendilerinden menkul, Arap menşeili onlarca tarikat ve cemaat sarmış durumda.

Tükettikleri çok, ürettikleri hiçbir şey yok.

Bildikleri tek bir şey var kendi kafalarından uydurup, yorumlayıp, kendilerine göre biçimlendirdikleri din(!).

Böyle bir ülke üretebilir mi?

Büyüyebilir mi?

Kalkınabilir mi?”

* * *

‘Dobra’ rumuzuyla yazan okurum da şunları yazmış.

“… ‘Tüm kötü gidişlerimizin miladı Köy Enstitülerinin Kapanmasıdır’ adlı yazınızı, çok beğendim. Her bir cümlesinin adına ben de imzamı atarım. Çünkü ben, Köy Enstitüsü kökenli bir babanın çocuğuyum.

O babam, o enstitüden aldığı bilgi ve donanımla; (hiçbir mimar, mühendisin yardımını almadan) evimizi yaptı. Babam hayatta olduğu sürece, bizim ve komşularımızın evinden içeri tek bir elektrikçi, sıhhi tesisatçı v.b. girmedi…

O köy enstitüleri kapatılmayıp, aynı şekilde devam etseydi; bugünkü gibi Batı’nın eline avucuna bakan bir devlet değil; her konuda kendine yeten, üreten, bulan, keşfeden bir ulus, bir devlet olurduk.

Hatta kim bilir; belki de o sözünü ettiğiniz uzayda cirit atan devletlerden biri de biz olurduk.”

* * *

‘Tevekkül’ rumuzuyla yazan bir başka okurum da, düşüncelerini şöyle dillendirmiş.

“…İçinde bulunduğumuz günlerde, değme senaristlerin bile hayal edemeyeceği olayları yaşıyoruz. Ve bu olayı ve sonuçlarını, çok daha uzun bir süre yaşayacak gibi görünüyoruz. Bu işin sonu ne olacak, ben şahsen kestiremiyorum.

Ama iki şeyi çok iyi biliyorum.

İlki; tüm dünya ulusları bu olaydan çok büyük dersler çıkaracak. Yaşadıkları bu olay sonrası, artılarını ve eksilerini gözden geçirip; ilerde benzeri bir olayla karşılaşmaları durumunda izleyecekleri yolu belirleyecekler.

Diğer bildiğim şey de bizim ne yapacağımızla ilgili.

Biz dua etmeye devam edeceğiz.

Doktorumuz, sağlık personelimiz, sağlık tesislerimiz, ilacımız, aşımız olmasa da olur. Gavurlar(!),verir bize nasıl olsa…”

* * *

Okurum B.B de oldukça uzun eleştirilerinden özetleyerek aktardığım, yazısında şunları dillendirmiş...

“…Söylenecek ne varsa söylemişsiniz.. Bu durumda bize, teşekkür etmek düşüyor. Kalemize, yüreğinize sağlık.

Ancak sizin gibi biz de, hepimiz de, herkes de, her bir şeyin farkındayız.

Yani hepimiz biliyor ve görüyoruz, (hepimizin içinde olduğu) bu geminin su aldığını;

Hepimiz biliyor ve görüyoruz, kaptanın yalan söylediğini;

Hepimiz biliyor ve görüyoruz, zarların hileli olduğunu;

Sözün özü, hepimiz her bir şeyi biliyor ve görüyoruz Sayın Haboğlu…

Ancak kimilerimiz çıkarları gereği, kimilerimiz cehaletinden, kimilerimiz de korkusundan susuyor.

Doğru yazmış, doğru dillendirmişsiniz;

Köy Enstitülerini kapatarak düştüğümüz tarihsel hatayı; (sanki imam açığımız varmış gibi) fen ve meslek liselerimizi de imam hatip okullarına dönüştürerek, sürdürmeye devam ediyoruz.(Bu yanlıştan biran önce dönmek durumundayız.)

Okullarımıza fen ya da dil laboratuarı açma yerine, mescit açmayı yeğledik.

İşte sonuç…

Doktor açığımız var, sağlık personeli açığımız var, sağlık tesisi açığımız var, sağlık donanımı açığımız var.

Ama bir teselliğimiz var!

İmam fazlamız var…

Onlar bizi kurtarır elbet!...”

* * *

Ve yine pek çok okurum, bir köşe yazarı üslubuyla olağanüstü güzel şeyler yazmış.

Düşünce ve eleştirilerine yer veremediğim okurlarımın hoşgörülerine sığınarak; tüm okurlarıma teşekkür ederim…