Sabahları ve akşamları bayağı soğuk oluyor. Bazı sabahlar kırağı da oluyor…
Gönül bu ya, ister ya! Yine rüya bu ya, bizim babamın bağında (Bağ Karıklı) bir deveğin dibine rahmetlik anamla oturduk yufka ekmek, çökelikli dürüm yaptık bir taraftan üzüm topluyoruz bir taraftan da yiyoruz. Çökelik hem de küp çökeliği! Herhalde baharda gömülmüş küp toprağa.
Bir devekten bir büyük sepet üzüm doldurduk ama devekteki salkımlar hala bitmedi devekteki. Kopartıp kopartıp sırtın üstüne yığıyoruz. Ben sepeti arabadaki Heğ’e boşaltmaya gidiyorum. Geliyorum ki sırttaki üzümler sepeti neredeyse dolduracak. Bir karıktan bir yük üzüm çıkıyor neredeyse.
Bizim Ilıca’daki bağa üzümle meyve karışık dikildiğinden üzümü yeteri kadar çok değil hem de tam olarak tatlı olmuyor.
Kapaklıda da bir bağ var babamın. Orası sadece üzüm bağı. Bağın kıyısındaki iğdelerin bile boyu vuruluyor üzümlerin güneşini kesmesinler diye. Birde Kapaklı’da verim daha iyi. Üzümler yerken adamın ciğerine değiyor, yakıyor adamı su içmeye doyamıyorsunuz.
Üzümler toplanınca getirilip oluğa boşaltılıyor. Bağ oluğu ve küre önceden hazırlanmış. Oluktaki üzümler güzün soğuğunda çıplak ayakla çiğneniyor. Havanın soğuğu ve bu soğukla birlikte daha da soğuyan üzümler ayakların canını kesiyor. Bazıları sadece üzüm çiğnemek için aldıkları bir çift lastik çizmeyi tertemiz saklıyorlar ertesi yıla.
Rahmetlik anam, “Eylül’ün 18. de meyve, 22. sinde üzüm” derdi. Şimdi buna 13 gün ekleyeceksiniz. Çünkü onlar hicri takvime göre hesap yapıyorlardı. Biz şimdi miladi takvim kullanıyoruz.
15-20 gün bağ kaynatılır yani pekmez yapılırdı. Ak pekmez, kara pekmez ve pekmez reçelleri. En çok yapılan da Ayvalı Pekmez reçeli olurdu.
Hemen hemen 3 evden ikisinde bağ kaynatılırdı. Bağı olmayanlara da öşür, gözü kalmasın ve de nazar değmesin diye çokça pekmez verilirdi.
En az pekmezi olan bir evin bir çömlek pekmezi olurdu. 20-25 kilo kadar gelen pekmezleri, reçelleri bağı olmayanlar ayrı çömleklere kordu. Hemen herkesin büyüklü, küçüklü 7-8 çömleği olurdu.
Bulgur ve yarma da çömleğe konur ve mahzen denilen ışıksız ve sadece 25x25 bir penceresi olan bir yerde muhafaza edilirdi. Mahzenler yazın serin kışın da öyle dondurucu şekilde soğuk olmazdı.
Etlik kesimi de bağ kaynatma işleminden sonra yapılırdı. Kıyma tekerleri ve sucuklar da mahzende muhafaza edilirdi.
Meyvelerse ekseriyetle dam üstünde ve samanın içine gömülerek saklanırdı. Çorum’da meyve almak zordu, ya kırağı ya da don yakıyordu çiçek açan ağaçları.
Elimde 16.12.2014 Salı tarihli Sabah gazetesi var. Muhteşem bir zeytin ağacı resmi. (Hünkâr zeytin) Zeytin ağacının 1.350 yaşında olduğu ve hala da hemen her sene zeytin verdiği yazıyordu. Keşke bizim Çorum’un ağaçları da 40-50 sene meyve verse.
Meyve toplama ve bağ kaynatma işi bittikten sonra da ekmek edilir ve hamama gidilirdi. Sobalar 20-25 gün önceden kurulmuştur. Keyif evin ihtiyarlarının ve evin kedisi TEKİR’indi. İhtiyarlar da, Tekir de günün 15 saatini uyuyarak geçirirlerdi.
Ne tekir kaldı, ne küp kaldı ne de mahzen!
Köylünün işi çok daha zordu hele de köylü kadınların. Bütün bunları yapacakları gibi birde harman kaldırılacak, arpa, buğday ambara yerleşecekti.
Birde geçimleri sadece arpa, buğday yetiştirip satmaksa ve hele de saman çok olursa onu koyacak yer bulmak bir mesele. Şehre pazara getir, sudan ucuza sat parasına da bir torbada kuru yemiş al alabilirsen!
Şimdi bunları bugün 60 yaşında olanlar ve benim gibi 80 yaşına merdiven dayamış ulu çınarlar biliyorlar. Gençler de okusun, öğrensin diye yazdım. Yaz, yaz! Oku , oku öğren sevgili gençler.
Kalın sağlıcakla.
Saygı ve sevgilerimle.