“ıslak bir akşamdı bulutlandım / içimde afişler
çiziliyordu / tramvay durağında
tutuklandım / radyo haberlerini veriyordu
yağmura soğuğa dayanıklıyımdır / ne çıkar uykusuz da kalırım
/ günlerden cuma mı cumartesi mi / bunlar beni söyletemezler / daha gecelerce
dayanırım” Attila İlhan
Fotoğraf…1
İstanbul… Ne zaman yolum Harbiye-Elmadağ’a düşse Divan
Oteli’nin altındaki pastanenin camından içeri bakardım. Bu bakıştaki arayışın
tek bir amacı vardı. Attila İlhan'ı görmek...
Aramızdaki cama rağmen, o büyük ustanın yüreğinden,
gözlerine vuran aydınlığı içimde hissedebilmek...
Şiirlerini içercesine okuduğum, açık denizlerin kaptanı
masasındaysa eğer, durup bakardım. Başını, okuyup yazdıklarından kaldırana dek…
Bazen de bir konuğu olur, sohbet ederlerdi.
İçeri süzülüp ustaya merhaba diyecek cesareti bir türlü
bulamadım.
Nedense yapamadım. Bazen bir gülümseyişini yakalardım. Ah
derdim, hadi Gazanfer tam zamanı, hadi gir içeri... Kalbim ona doğru koşar ama
bacaklarım beni kaldırıma kilitlerdi.
Fotoğraf… 2
12 Eylül 1980 darbesinin vahşet ve dehşetle ülkeyi çiğnediği
yıllar…
Arkadaşlara bir önerim olmuştu. “Gelin yeniden okumaya başlayalım.
Bir hata yaptık ama nerede? Yüzleşelim, yaşadıklarımızla… “
Okuduklarımızı yinelemek... Hatalarımızla yüzleşmek ve doğru
yerde, doğru kişilerle ve en önemlisi doğru söylemlerle, Kemalist Devrim'in
yeniden inşası için harekete geçmek... Zordu ama yapmak gerekliydi.
Mehmet, Hüseyin ve ben… Bir de bizim peşimize takılan iki üç
genç… Bir kişi okuyor ve duraklar yapılarak metin irdeleniyordu. Uzun soluk
isteyen bir çalışmaydı ve kimselere söyleyemediğim şey başımıza geldi. Birkaç
okuma seansından sonra disiplin tavsadı… Toplu okumalar, güneş görmüş yağmur
birikintisi gibi, buharlaştı, uçtu gitti.
Toplu okumalar buharlaşınca iş bana kaldı. Evet, yeniden
okumalı, ülkeyle, kendimizle yüzleşmeliydim. Ama bu kez okuma programını kendim
yaptım. İşe Attila İlhan’ın “Hangi…” dizisiyle başladım. Hangi Sol, Hangi Sağ,
Hangi Batı, Hangi Atatürk… Ardından o dönemde okuru ile buluşan diğer
“hangi”ler…
12 Eylül karanlığından çıkmamda Attila İlhan usta elini
uzatmıştı bana. Anadolu İhtilalı ve Mustafa Kemal ile yüzleşmemde, emperyalizm
olgusunu yerli yerine oturtmamda, sebep-sonuç ilişkisi bağlamında kafamda dönüp
duran soruların yanıtlarını bulmamda kılavuz kaptanım olmuştur büyük usta...
Karakalem Bir Desen
İnsanlık, yer altı enerji kaynaklarından yararlanıp, doğalgazı
bulmadan daha binlerce yıl önce kendini ve hayatı kazarak “namus”u bulmuştur.
Namus, hayatlarımızın doğalgazıdır. Sıvı ve katı halleri de
vardır. Her kavram gibi kanatları, sağı solu, önü arkası, alt ve üst
katmanlarının olmaması hayatın diyalektiğine aykırıdır.
Hangi haliyle olursa olsun, ışığı vardır namusun. Her ışık
gibi yol göstericicidir. Yunus’un Taptuk’un dergâhına eğri odun sokmaması namus
ışığının söze bürünmüş ifadesidir.
Altını çizerek söylemek gerekirse, namus kesintisiz ışık
kaynağıdır. Toplumların binlerce yıllık yaşamlarında kültür katmanlarının
evreden evreye, çağdan çağa el vermesinde “değişende değişmeyen” etkendir.
Yere düşmüş bir ekmek parçasını alıp bir kovuğa bırakmak;
sofradan düşen ekmek lokmasını yerden alıp öperek başına koymak bizim
kültürümüzde ekmeğe saygının kendisinde emeğe ve hayata olan saygının
ifadesidir. Dünya kültürleri arasında bir örneği daha görülmemiştir. Namus,
ekmek, emek ve hayatın ayrılmaz ve ayrışmaz ilişkisi…
“Müteşebbis kâr peşinde koşan adamdır” derdi iktisat hocamız
Ekrem Özelmas. Kâr koşusunda emeğin hakkını, teri kurumadan vermek ise kârın
namusudur. Birey toplum ilişkisinde namus terazisinin ölçüsü, toplumun çıkarını
önde tutan olmasıyla belirginleşir. Toplumsal kazancı, bireysel kazançların
sayısal toplamı olarak görenler, eninde sonunda hesabı şaşırmışlar, “iktisat lâ
ahlâkidir” diyerek insan toplum ilişkisinde namusun ar damarını
çatlatmışlardır. Böylece hayatın ekonomi (üretim-tüketim) ve siyaset ilişkisi
şizofren bir bakışla parçalanmış, daha doğrusu iki ayrı yapı gibi topluma
sunulmuştur.
Bu ayrıştırmadan sanat da payını almış, “Sanat, sanat için
midir, yoksa toplum için midir?” anlayışı münazara müsameresi haline
getirilerek kitleler oyalanmıştır.
“Parola Vatan, İşaret Namus” sözüyle Attila İlhan, değişende
değişmeyen ışığı bir kez daha hatırlatmıştır topluma. Ben fakir de uzanan o
ışığa tutunarak çıkmadım mı 12 Eylül darbesinin karanlığından?
Namusun olmadığı topraklara VATAN demek, tarihin hiçbir
döneminde görülmemiştir.
Ustaya saygının ifadesi için doğum ve/veya ölüm
yıldönümlerini işin bahanesidir. O usta Attila İlhan olursa hele Mustafa
Kemal’in askerleri her an saygı ve sevgiyle anacaktır onu.
Attila İlhan ile el ele, omuz omuza, yürek yüreğe yürümenin
bahtiyarlığıyla… Işıklar içinde yat Kaptan…