HALK MI, MONŞER Mİ?

Gazetecilik halk için yapılır.

Tüm ahaliyi kapsar.

İktidarlara yaranmak için değil, eleştirmek için vardır medya.

Yönetime gelenlere yol göstermek için değil, yönetenlerin yanlışlarını ortaya çıkarmak ve yüzlerine vurmak için vardır.

Gazete, yönetilenleri, yani halkı doğru bilgilendirmek, onların haklarını korumak, yol gösterici olmak, halkı bir şekilde eğitmek, tabii ki kamu yararını korumak için de vardır ve yayınlarını daha geniş ilkeler çerçevesinde belirler.

1990’ların başından sonra Hürriyet’in halktan kopuşu, monşer-sosyolog Ertuğrul Özkök’ün Hürriyet’in kaptan köşküne çıkması ve Amiral gemisinin su almaya başlamasıyla gerçekleşir.

Durdurulamaz batıştır bu…

Tek yazarlı (Oktay Ekşi) bir halk gazetesi olan Hürriyet’in, birden çok yazarlı hale dönüşmesi, iktidara yaranmak için dümenin Çankaya Köşküne doğru kırılması, muhabirlerin devreden çıkarılıp, genel yayın yönetmenlerinin muhabirliklere soyunması, Özal döneminde gazetelerin halka ulaşmadan ilk baskılarının devlet üst kademelerine sunulması ve bunun sonucunda “denetimli-sansürlü gazetecilik” uygulamasının devreye girmesi ibretlik olayların bir kaçıdır.

Doğal olarak gazeteciliğin temel kuralı “doğru ve tarafsız habercilik” anlayışının, devlet-genel yayın müdürü ekseninde kulvar değiştirmesi de denebilir bu olguya.

Bu noktada izin verin, 1987’li yıllarda yaşadığım bir olaya, gerçek yaşanmış bir anekdota yer vereceğim.

Anlatacağım gerçekler ve anekdot, şahsi meselemmiş gibi algılanmasın sakın.

Yıl 1982 öncesi…

Hürriyet’in patronajı gazetenin üniversite kökenli kişiler tarafından denetlenmesine karar verir.

Prof. Emre Kongar ve sosyolog Ertuğrul Özkök’e bir oda verilir.

Hürriyet’in Cağaloğlu Merkez binasında ayrılan odada, her sabah Hürriyet’teki haberlerin yanlışlarının ortaya çıkarılması istenir.

Kırmızı kalemlerini ellerine alan bizim monşerler, hataları kırmızı kalemlerle işaretler ve bunlar gazete yönetimi ile patrona yani Erol Simavi’ye sunulur.

Bu uygulama editoryal bağımsızlığı savunan Genel Yayın Müdürü Nezih Demirkent ve yazı işleri müdürlerini hayli tedirgin eder.

“Gazeteci olmayan, mutfakta yetişmemiş, gazetecilik konularında teorik bilgileri dahi eksik sosyologların Hürriyet’i denetlemesi yanlıştır” tezine sarılan gazete üst yönetimi, uzun süre buna karşı gelir ama engelleyemez.

Tam da o günlerde Ankara’da oturan ve işsiz olan ancak denetim için sıkça İstanbul’a giden Özkök’le bir gece yollarımız kesişir.

Bir akşam üstü, mesai bitimi Hürriyet Ankara Bürosunun hemen yakınındaki Siyah Beyaz Bar’a girdiğimde Özkök’ü elinde konyak kadehi ile barda tünemiş gördüm.

Kendisini ve eşini daha önceden tanıdığım için, yanında oturdum ve kendime bir rakı istedim barmenden…

Laf lafı açar ya, İstanbul’daki işlerden laf açıldı.

Hürriyet haberlerinde çok yanlışlar yapıldığını, bazı haberlerde eksiklikler olduğunu anlattı.

Sonunda sözü Bir Günün Hikayesi adlı köşedeki yazılara getirdi.

1974 yılından sonra zaman zaman, 1976’dan sonra ise devamlı yazdığım fıkralardan söz etti ve bazı örnekler verdi.

Buradaki yazı dilinin “çok avam” olduğunu, halk dilinin gazeteye yakışmadığını, daha derinliği olan ve daha yüksek kesimlere hitap eden yazılara yer verilmesi gerektiğini savundu.

Yani daha “entelektüel” olunması gerektiğini savunuyordu.

Dondum kaldım tabii ki…

Bir milyon satış rekoru kıran, en yakın rakibi ile ardaki farkı 700 binlere çıkaran Amiral Gemisi’ne gedik açmaya “meyilli” gördüm bizim sosyolog arkadaşı, hemen sormadan edemedim;

“Sen Hürriyetin okuyucu profili hakkında ne biliyorsun? Hürriyet okuyucularının eğitim, sosyal durumu ve gelir seviyeleri nedir sorusunun yanıtı var mı sende? Bir milyonluk tiraja ulaşmak için neler yapıldığını, halkı cezbetmek yanında, onu gazeteyle bütünleştirmek için neler yapıldığı hakkında bilgin var mı?”

Tabii ki yanıtı olmayan sorulardı bunlar. Yanıt veremedi. Çünkü Hürriyet yönetimi, hiçbir zaman okuyucu profili hakkında bir anket yaptırmamıştı.

Ama bizler biliyorduk.

Hürriyet tam da “halk” gazetesiydi…

Lafımı sokmadan edemedim:

“Bak sen Paris’te sosyoloji tezini hazırladın. Orada kaldın yıllarca. Eğer Hürriyet’i Le Monde gibi bir gazete yapmak, entelektüellerin, yani bir anlamda monşerlerin gazetesi yapmak istiyorsan, bir gün başa geçer yaparsın. O zaman da Hürriyet Le Monde gibi, 300 bin satar. Belli olmaz, daha da dibe vurur.”

(Devam edecek)