MEMLEKET İSTERİM

Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun.

Cahit Sıtkı Tarancı

Şair Cahit Sıtkı Tarancı, yıllar önce bu güzel şiiri yazarken, bu ülkede her gün ortalama iki işçinin öldüğünü, trafik terörü, kadın cinayetleri, çocuk hakları ihlalleri, basın özgürlüğü konusunda dünyadaki birinciliklerimizi bilemezdi.
Veeee dahası Soma faciası gibi bir felaket yaşanmamıştı.
Soma faciasında yaralar kanıyor, uzun zaman da kanayacak. Yüzlerce çocuk babasız, kadınlar eşsiz, anneler- babalar evlatsız kaldı. İlk günlerin panik havası dağılmaya başlayınca, anladık ki bu büyük facia bağırarak gelmişti...
Uluslararası iş güvenliğinin anayasası sayılan “İLO” sözleşmesinin özellikle yaşamsal önem taşıyan, 176.maddesi altında bizim kabul imzamız yokmuş. Başka hangi ülkeler bu maddeyi kabul etmemiş diye baktığımızda da, bizimle birlikte birkaç akıl, bilim ve teknikten yoksun ülke olduğunu anlıyoruz. “ILO” nun 176. Maddesi neyi mi içeriyor? İş güvenliği konusunda “yaşam odalarını, bir diğer adıyla kaçış odalarını” zorunlu önlem olarak getiren iş güvenliği maddesiymiş. Bizde, bunun karşılığında ne varmış? “İlk yardım odaları” yani olay olmadan değil, olduktan sonra müdahale edilen, odalar. İnsanı yaşatma, konusunda ne düşündüğümüzün bundan iyi göstergesi olur mu?
Gelişmiş toplumlar, bu maddelere imza koyarken, bizden daha az akıllı değillerdi herhalde. Şili’de 69 gün yaşam odalarında barınıp, sağ çıkarılıp, dünyada destanlaşan işçilerin kurtuluşu tesadüf, kader, yazgı değil… Bizim de, Soma’da olan faciayı kadere, yazgıya yüklememiz doğru değil. Akılla yönetilen ülkelerde, bu durumlara karşı alınan önlemler belli. Uygar dünya ülkeleri nerede, biz neredeyiz bunlar da belli... Bu ülke; akıl, bilim ve teknolojiyi doğru kullanmaktan uzaklaşırken, olacaklara da hazırlıklı olmalıyız. Faciaları kaderin sırtına yüklemek kolaycılığından, topluma asıl gerekli olan psiko-sosyal destek yerine, bolca tevekkül telkin edip, sorumluluktan kaçmaktan vazgeçmeliyiz.
Ülke bu faciadan sonra da yine kötü olaylar yaşadı. Okmeydanı’nda gerçekleşen, iki kişinin ölümü, Ege’de, Marmara’da arka arkaya gelen depremler. İnsanlar, arka arkaya gelen olumsuz olaylar ve ölümlerle duygusal, düşünsel yönden yorgun ve öfkeli, daha da kötüsü umutsuz. Bir tarafta ne yapılırsa, doğru gören, diğer tarafta ise ne yapılırsa, mutlak yanlış yapıldı diye bakan şekilde ikiye yarılmış bir haldeyiz. Acılarımızı bile ortaklaştıramadığımız bir ülkede yaşıyoruz. Yaşam; siyah - beyaz arasına sıkışmış kalmış. Acilen aradaki gökkuşağı renklerini unutturan bu anlayışa dur diyecek bir anlayışa gereksinim var. Bu toplumun; yeni bir sevgi, barış dilini önceleyen, anlayış, duyuş, düşünüş, eylem ve söylem iklimine gereksinimi var.
Ülkemizin üzerinde bu kara bulutlar dolaşırken, sınırlar ötesinden son günlerin en güzel haberi geldi. Değerli yönetmenimiz Nuri Bilge Ceylan, Cannes’da yapılan Altın Palmiye sinema ödülünü “Kış Uykusu” filmiyle Yılmaz Güney’den sonra 32 yıl sonra ülkemiz adına almıştı. Hem de, Yılmaz Güney’e çok benzer klasiklerin arasına girecek aynı görüntü ve duruşuyla… Nuri Bilge Ceylan, ödülünü geçmişte söylediği gibi “güzel ve yalnız” ülkemiz ile son bir yılda ve Soma’da ölenler adına aldı. Bilimin meşalesi olan sanatın ışığı yine içimizi bir parça aydınlatmıştı.
Çorumlular adına Yönetmen Nuri Bilge Ceylan’ı kutlarken, yaşamını yitirenlerin yakınlarına sabır, ülkeme baş sağlığı diliyorum.