Basın, dördüncü kuvvet olarak tanımlanır (dı)… Yasama, yürütme, yargının yanında bu üç kuvveti eleştiren, toplumu bilgilendiren kuvvet… “Basın hürdür” diye bir slogan da vardı. Ne zaman?

Devr-i Tayyip'ten önce...

Ya şimdi?

Günümüzün deyişiyle medya, birkaç istisna dışında, emperyalizmin propaganda bürosu olarak efendilerine hizmet etmektedir. Bir diğer deyişle sahibinin sesi…

Medyanın görsel ayağı olan televizyon kanalları da bileşik kaplar gereği emperyalizmin uzaktan kumandalı narkoz dağıtım merkezleridir.

Bazı televizyon dizileri, izleyicinin nerede gülmesi gerektiğini kahkaha efekti ile dayatmaktadır.

Ey seyirci, burada gülünecek… Gül… Burada uykuya dalınacak… Dal… Her kanalda bin bir tekrar… Sistem neyi yemeni, neyi içmeni, neyi düşünmeni istiyorsa onları yap… Gerisini biz hallederiz…

TV kanallarında, senaryoları ABD’nin denetiminden geçen Hollywood filmleri gösterilmektedir.

Meraklısı bilir, ülkemizin hemen tüm sinema salonlarında Hollywood filmleri oynatılmaktadır. Siz Fransız, İtalyan yapımı film izleyebiliyor musunuz? Avrupa sineması ezilip, preslenmiştir. Dünya sineması mı dediniz? Efendim? O da ne?

Ya çocuklarımızın izlediği çizgi filmler ve bilgisayar oyunları? Şiddet öğesi içermeyen çizgi film ve bilgisayar oyunu bulursanız dişinizi kırın!

Toplum, şiddete karşı daha çocukluktan başlayarak duyarsızlaştırılmaktadır. Şiddetin, doğal bir davranış biçimi olduğu düşündürülmektedir.

Medya şırıngasıyla “altın şok” yapılmış böylesi bir toplumdan demokratik, sosyal, insani bir tepki beklemek…

Evet, tümcenin sonunu yazmayacağım…

Dört genç kız, “Yetiş abi…” diye çığlıklar atıp feryat ederek ateşler içinde can verdiler…  Yer, Siirt…

PKK’nın yaptığı saldırıda yaşamlarını yitiren dört genç kadın terörün hedef sektirmesinden ibarettir. Çünkü roketatar ve uzun namlulu silahlarla yapılan saldırının asıl hedefi Polis Meslek Yüksek Okulu’dur. Altını çizelim, PKK bu sefer hedef şaşırmıştır. İşin ilginç tarafı saldırıda yaşamlarını yitiren dört genç kadın BDP yöneticilerinin yeğenidir.

Ardından Batman’da yine terör saldırısı, ölen hamile kadın ve dört yaşında çocuk… Sezaryenle alınan bebek ise yaşama tutunamamıştır.

Terörle mücadele edenler zindanlara atılırken ortalığı boş bulan, PKK ise artık hedef büyütmüştür. Türk Ordusu’nun dışında polise de saldırıları artırmış ve “Üzerimize gelirseniz, olacaklara karışmayız…” tehditleri havada uçuşmaktadır. PKK terörü şehir örgütlenmesinde gerekli hazırlıkları yapmış, bomba yığmalarına göz yumulmuştur. 

Sırayı kaçırılan öğretmenler almıştır. Şu an itibariyle 12 öğretmen kaçırılmıştır. PKK gövde gösterisi yaparak şehirler terör estirmektedir. Ciğerine amyant kaplayıp PKK ile müzakere talimatı veren Eşbaşkan ise “Ciğerim yanıyor…” diye bağırmaktadır. Timsahın gözyaşları…

Yalancı çobana kim inanırsa artık… Malum yalancının mumu yatsıya kadar yanar.

Sahi ülkemizde devlet egemenliği diye bir kavramdan söz etmek mümkün müdür? Toplumu oluşturan bireylerin can ve mal güvenliğini sağlamak devletin temel görevidir.

Bu temel görevde aksayan, tekleyen yanlar olduğunda devreye girmesi gereken kuvvetler medya ve demokratik kitle örgütleridir, sendikalardır, partilerdir. Onlarında ya başlarına çuval geçirilmiştir. Sendikalar gibi… Ya da içlerine sızılarak majestelerinin muhalefeti veya STK’sı olmuşlardır.

Öğretmenlerin kaçırılması bazı sendikaları harekete geçirmiş ve tehlikenin farkında olduklarını ifade etmişlerdir. Ama yeterli midir bu tepki? Hayır… Ne yazık ki bu tepkiye gerekli toplumsal destek de verilmemiştir. Olay salt öğretmenlere saldırı değildir. Ana hedef bölünmek istenen ulus devlettir.  Narkoz verilmiş kitleler ise tehlikenin hiç farkında değildirler. Kitlelere tehlikeyi anlatması gerekenler de üç maymunu oynamaktan öteye geçemiyorlar. Niye mi?

Kökü çok derinde olan bir hastalık akut durumdadır da ondan. Parti, sendika, dernek vb yerlerde baş olmak isteyenler yapmak ve yaptırmak, milleti birleştirmek yerine “Ben baş olayım da gerisi kolay… Hele başkanlığın tadını çıkarayım…” saplantılarıyla sorumlu oldukları yapıları adı var kendi yok duruma düşürmüşlerdir.

Toplum, askerden başlayarak polisi ve sivilleri de hedefe alan bölücü terör örgütünün kıskacına düşürülmekte, “Şu terör bitsin de ülke bölünürse bölünsün…” noktasında etkisizleştirilmeye, teslimiyete sürüklenmektedir.

Ekim’de Meclis’e getirilecek Anayasa değişikliği dayatması için CHP ve MHP üzerinde gönderilen kaset tertipleri sonuç vermiştir. BDP, küstüm oynamıyorum, mızıkçılığından vazgeçirilmiş, özerklik, anadilde eğitim, Apo’ya özgürlük maddelerinde AKP’ye sayısal destek vermek üzere el kaldırma görevine başlamaktadır.

Toplumun narkozunu boşaltıp, onu ülke ve dünya gerçekleriyle yüzleştirmek, onu bilgilendirmekle ve bölünme tehlikesine karşı milleti birleştirmekle görevli demokratik kitle örgütleri STK’laşıp NGO’laştığınızı haykırıyorum. Hangi, gemidesiniz? Sakın “kanaat önderleriniz” Ege’nin mavi yolculuklarından, Akdeniz’in bronzlaştıran güneşinden dönmemiş olmasın…

Efendim?

Bu akşam diziniz yoksa annemler size gelecek…

Tiryakisi olduğunuz dizi var çocuğum… “Fatmagül’ün Suçu Ne?”

Anlıyorum… Çok meşgulsünüz, çok!…

Bir başka akşam inşallah… Baş üstüne… Selamınızı söylerim…

Terör, ne yaz dinliyor, ne tatil… Ne müzakere dinliyor, ne TV dizisi… Kentlerde bomba yığınakları… Bile, bile lades kalkışma provaları… Tehdidin bini bir para…

Biz yine de yazmak zorundayız… Gün, sokakta bir sayfalık bir metini yalapşap okuyup çay içme zamanı değildir. Milleti tehlikeye karşı birleştirme zamanıdır ancak yapmak ve yaptırmak için değil sadece baş olmak için yola çıkanların görev tanımları arasında bu iş yoktur.

“Fatmagül’ün suçu ne?”