Doğrusunu söylemek gerekirse, sinema ve televizyonlarda son yıllarda ciddi ilerleme kaydedildi. Pahalı, içerikli ve sanat yönü zengin eserler verildi, veriliyor. Beğendiğimiz veya beğenmediğimiz ama görselliği, kadrosu, konusu, kostümü, çekimi, işlenişi harika filmler ve dizilerimiz var. Hepsini tek tek takdir ve eleştiri yapan uzmanlar var. Bendeniz uzman değil ama bir halk olarak düşüncelerimi arz etmek istedim. Daha başından hiç beğenmediğim ve zaman zaman bilgi edinmek için bile olsa bakmaktan sıkıldığım tek dizi MUHTEŞEM YÜZYIL iken başından itibaren devamlı baktığım ve beğendiğim FATMAGÜL’ÜN SUÇU NE dizisi olmuştur.

Muhteşem Yüzyıl dizisinde hiçbir muhteşemlik yok. Kadın veya erkek kimse Türk saraylarında başına taç takmazdı. Taç giyerek, tahta oturma törenleri olmaz. Bunlar Hıristiyan âdetidir. Bizde padişahlar dualar ile kılıç kuşanır. Kırk gün kırk gece bayram ilân edilmez. Eğlence tertiplenmez. Padişahın muhteşemliği, kafasında her tarafı taşlarla süslü kocaman bir kavuk ve parmağında iğrenç ve abartılı kocaman bir yüzük ile gösterilmez. Hiçbir padişahta böyle bir zırva yoktur. Bizim saraylarımızda hiçbir kadın Roma Kadınları gibi kafalarında, yılan gibi eğri büğrü demir parçası taşımaz. Hiç birinin asla ve asla göğüsleri böyle açık saçık değildir. O tarihte dahi olsa, sokakta gayri ahlâki işle meşgûl olan bir kadın bile öyle gezmezdi. Bugün bile Cumhurbaşkanının hanımı dâhil, hiçbir Türk Milletvekilinin hanımı göğsü böyle açık gezmez. Özcümle, uzatmayalım bu dizi Türk dizisi değil. Yine son beş yılda üç tane okul ve öğrenci dizisi yapıldı. Üçü de birbirinden beter. Bütün kızlar mini etekli, bütün erkek öğrenciler küpeli ve kıyafetler berbat. Yaka bir yana, paça bir yana,  yani serserice. Edep, terbiye, disiplin sıfır. Ders alınacak bir tane olumlu mesaj yok. Bunlar tamamen Türk Gençliğini dejenere etmek için çevrilmiş ise, amacına ulaşmıştır.  Artık küpeli gençler değil küpeli adamlar var. Şimdi de 10-12 yaşındaki çocuklara kadar indi. Maalesef millet sekiz on yaşındaki oğlunun da kızının da kulağını birlikte deldirmeye başladı.

*

BİZ GELELİM FATMAGÜL’ÜN SUÇU’NA

Evet, yanılgılarım vardır, olabilir.  Siz de beni eleştirin. Bu dizi ana tema itibariyle tecavüz olayını kınıyordu. Bunun çirkinliğini ve böyle çirkin fiile kalkışanın ocağına incir dikildiğini gayet güzel vurguladı. Koskoca şirket battı, aileler dağıldı. Suçluların hepsi cezasını buldu. Film güzel kurgulanmıştı. Olay içinde olaylar vardı. İbret almamız gereken olumlu ve olumsuz olayların harmanlandığı bir eser idi. Hem ticaret, hem namus hem toplumsal cihetten ahlâk ve ahlâksızlık sanat ve hüner aynasından gayet güzel yansıtılmıştı.

Meselâ, Mustafa’nın Ildır’daki arkadaşından başlayalım. Mustafa’nın iyi gününde arkadaşı olan Yusuf  kötü gününde de arkadaşını yalnız bırakmadı. Mustafa ise başlangıçta saf ve tertemiz bir kasaba delikanlısı iken katı gelenek ve hem hoşgörüsüz hem art niyetli toplum baskısından korkarak sevgisinden vazgeçivermesi ile sevgi kutsallığına leke düşürdü. Bu zayıflığı, korkaklığı, gururu ve para tamahı onu nasıl perişan etti hep birlikte gördük. Her şeyi ihtiraslarına ve şahsî menfaatine çevirmek istemesi hayatına mâl oldu. 

Hacer onu terk eden ve zulüm yapan, belki de bu yüzden gayri ahlâkî yola düşmüş birçok acıları yaşayan bir kadın olmasına rağmen hayata küsmemiş, insanlara kin ve nefret duymayan, mert ve insancıl olmayı sergilemiştir. O kirli hayatın tozlarından arınmak ve tertemiz adam olmak istemesi güzel bir örnek idi. Hacer’e sahip çıkan taksicinin (. . . . . . ) bir sokak kadınına; tekrar oralara dönmemesi için, gösterdiği insanlık, vefa, dostluk, sevgi ve sabır; bir erkeğin bir kadına geçmişine değil, yüreğine bakabileceğini gösterdi.  Ebe nine, tam ve tekmil şefkat, sabır ve denge unsuru iken, anlayışsız ve bencil hâliyle Mukaddes bütün sigortalarımızı attırmayı gayet güzel başardı. Perihan Hanım, evlâdının çirkin ve iğrenç suçu ile ezilirken; mantığı ve vicdanı arasında dizi boyunca bıçak sırtında azap çekti. Oğlu mu, adalet mi; anneliği mi, kadınlığı mı sarmalından bir türlü çıkamadı. Nasıl çıksın ki, bir de işkolik ve her işinde bir dümen çeviren kocasının birçok sahtekârlıklarına göğüs germek zorunda idi. Yuvanın yıkılmaması, büyüklerin sorununu çocuklara yansıtmama çabası, sosyal prestijin kişisel gururdan önde ve önemli olması, ister film olsun ister gerçek hayatta, insanı yıkar, bitirir. Dizi bitti, Perihan Hanım da bitti. Geçmiş olsun ama tebrikler Perihan Hanım.  

Vural da çok özel bir imaj idi. Yaptığı rezaletten dolayı utanmayı bilmesi, kendi kendine yerin dibine girmesi, bir de annesi ile avukatın vukuatını görmesi Vural’ın hayattan bütün beklentilerini aldı götürdü. Tek tek bütün oyuncuları saymak isterdim ama sayfalar yetmeyecek. Kamera önündekiler ve arkasındakiler hepsi on numara idi.

Yaşaranların emektar hizmetçisinin sadakati, kıvrak zekâsı ile her işin altından kalkmasını bilen Avukat Münir, dirayetli, dik duruşu ile Meltem, saf ve tertemiz kalbi ile Rahmi ve hepsi başarılıydı. Karısı ölünce hayata küsmüş avukat Kadir Bey’in,  Fatmagül’ün olayı ile hayata dönmesi, Kerim ve kız kardeşinin anne-baba geçimsizliklerinin ve ayrılıklarının çocuklarda bıraktığı derin yaralar, hepsi ve her rol, profesyonelce düşünülmüş ve dört dörtlük bir dizi meydana getirilmiş.

*

Sıra geldi Kerim ile Fatmagül’e.

Kerim, gençlik heyecanının, yoksulluğun, arkasızlığın ve toyluğunun kurbanı olan bir köy delikanlısı iken, “Bir eşeklik ettik kızın başını yaktık. Şimdi ikinci bir eşeklik edip bu kızı İstanbul gibi koca bir şehirde kaderine terk edip, nasıl olsa param var yurtdışında kendimi kurtarayım diyemem” diye düşünerek kaçmayı tercih etmeyerek zoru seçmesi, kendini affettirmek için defalarca azarlanmaya katlanması, bin dereden su getirmesi ile kahramanlığı hak etti.

 Tek suçu güzel olmak olan Fatmagül, tek düşüncesi sevdiği ile evlenmek olan saf ve temiz bir kasaba kızı iken idealist, dirençli ve mücadeleci bir yiğit kadına dönüşerek kadınlara, kızlara olumlu örnek oldu. Fatmagül, bir tecavüzü yaşamanın derin acısını o mükemmel ağlaması ile yüreklerimize kazırken, hayata tutunmanın gerekliliğini, mücadele etme azmini, kimseden korkmamayı edebî cümlelerle beynimize nakış nakış işledi. Aslında olaya realist gözle bakınca bir köylü kızından bu cümleler çıkamazdı. Fakat Ece Yörenç, Melek Gençoğlu ve Kerem Çatay küçük bir Anadolu kasabasında, bunca felâketi yaşamış olmasına rağmen, okuma mücadelesi veren kız çocuğu yaratarak, Fatmagül ile vecizelere sözlere imza attılar.     (Belki romanın aslında da vardır, onu bilmiyorum)

*

Kısacası başta müziği ve görsellikleri süper olan, efekti, jeneriği, kamerası, kurgusu, tekniği işlenişi, manzara ve mekân seçimi güzel bir diziydi. Lüzumsuz yere uzatılmadı, sündürülmedi. Konuşmaların edebîliği, felsefîliği ve sosyalliği ile bu dizi sanat eseri olmaya bile lâyık bir şaheser olmuştur bence. Kan yok, kin yok, halkın ahlâkını, göreneklerini bozan sahneler yok. Dürüstlüğün yüceliği, vefanın asilliği, hukukun üstünlüğü var. Kötülerin “kötü sona”, iyilerin “iyi sona” müstahak olduğunun ve olacağının mesajı var. Ailece bakılacak, her yaştaki gençlerin ve yaşlı gençlerin izleyebileceği ders gibi bir dizi idi.

Hâlbuki romanın aslı böyle değildir. İnternetten öğrendiğim kadarı ile olay klasik sosyalist düşünceli yazarların kurguladığı gibi yalın bir eserdir. Zenginlerin fakirleri kullandığı, sömürdüğü ve kendi suçlarını (ki bu bazen cinayettir) fakire veya marabasına bol para karşılığında “BEN YAPTIM” dedirtip kurtulmalarını anlatır.

Fakat Yapımcı Kerem Çatay ve Mustafa Şen, yönetmen Hilâl Saral, senaristler Ece Yörenç ve Melek Gençoğlu, romanı çok güzel güncellemiş, zenginleştirmiş ve ibret alınacak bir şekle sokmuş. Bir zümreyi öteki zümreye düşman etmeyerek, ders alınası hâle getirmişler.

*

Eee şimdi sıra geldi esas oğlana teşekküre. Bu eseri meydana getiren, bin bir sancı ile doğuran yazar ağabeyimiz Vedat Türkali’ye Türk Edebiyatına ve sanat hayatına bir güzellik ikram ettiği için sonsuz teşekkürler. Vedat ağabeyimiz yazmasa idi bu dizi de olmayacaktı.

Ders zili çalmış gibi o müthiş müziği ile bizi ekrana sabitleyen Toygar Işıklı’ya, sanat yönetmeni Nilgün Nalçacı’ya ve emeği geçen herkese ama herkese teşekkür ediyorum.

*

Bir tecavüzü, öyle bir rast gele oluvermiş bir vukuat değil, büyük belâlara davetiye çıkaran ağır bir cürüm olarak halka ibret penceresinden göstermek bu dizinin bir başarısı. Fatmagül’ün ağzından “Ben kazandım ama ya Van’daki Esma, ya Adana’daki Gülnaz, ya Edirne’deki Kezbanlar ne olacak? İnşallah bu son olur” diyerek cümle âleme mesaj vermesi filmin niyetini de özetledi. Bu hususta, bütün ağır cezaî yasalara “evet” ve bütün dualara “âmin” diyorum.  

*

Not: (*) Bu tarihlerde 1990’lı yıllar idi, beş gazete yazarına şu mealde mektup gönderdim.

“Bu dizilerdeki Ali, Veli, Selâmi, Pakize, Ayşe, Emine isimlerini değiştirin. George, Michel, Henry, Rose, Jukline, Angel yapın kimse Türk filmi olduğunu anlamaz. Niye bu filmlerde bir dede,  torununu cuma namazına götürmüş olamaz? Bir büyükanne, hiç mi evde iki rekât namaz kılıyor olamaz?  Bir kere de sofradan dua ile kalkılsa ne olur? Bu filmlerin çekildiği yerlerde hiç mi cami yok, iki kare camiden çıkan cemaat gösterilse gerici mi oluruz? ...” diye üç sayfa derdimi dökmüştüm.