İki gün önce Sivas katliamının yıldönümü idi. Dün Çorum katliamının, bugün Başbağlar katliamının…

Zaten Temmuz ayı, daha derinlerdeki bir acıyı, asırlarca toplumun belleklerinden silinmeyecek bir acıyı hatırlatır.

Yani 2 Temmuz Sivas katliamının, 4 Temmuz Çorum katliamının, 5 Temmuz Başbağlar katliamının sıcaklığı, yeniden yeniden yaşanır bu ülkede.

Bu nedenlerle ve daha da gerdirilen bugünler için, geçmiş yıllarda yazdığım yazılardan da faydalanarak Temmuz felaketlerini bir kez daha hatırlamak, hatırlatmak gerekti.

* * *

Peki, neden bu katliamlar, tetikçisi kimdir, amacı nedir?

Mayası cumhuriyetle atılan laik, demokratik bir Türkiye süreci, 1945’ten itibaren “yeşil kuşak projesi” ile yolundan saptırıldı.

Ve pompalanan Sovyet tehlikesine karşı Türkiye toprakları, ABD ve NATO üsleriyle dolduruldu.

Ama buna karşı yükselen milli uyanışın bastırılması, ya da hedefinden saptırılması gerekmişti. Sağ-sol çatışması yeterli görülmemiş, daha geniş kitlesel çatışmalar istenmişti.

Bu nedenle ülke, inanç eksenli kamplara bölündü. Bu nedenle Sünni Alevi’ye, Alevi Sünni’ye düşman edildi.

Ve Alevi-Sünni çatışması hızla yaygınlaştırılıp, kitlesel katliamlara dönüştürüldü. Darbelerin yol taşları da bu katliamlar üzerine döşendi.

Elbette inanç grupları, bu oyunda figüran olarak kullanılmıştı.

Ve de inanç gruplarını kışkırtanlara göz yumulmuştu.

Sanki bir el, hem devlet iradesini hem de inanç gruplarının iradesini teslim almıştı.

* * *

İşte Çorum katliamı, bu projenin bir ürünüydü.

Gümrük ve Tekel Bakanı Gün Sazak'ın 27 Mayıs 1980 günü öldürülmesi, provokatörler için sanki istenen fırsatı yaratır oldu. Ve 28 Mayıs'tan başlayarak Alevi-Sünni kavgasının fitili ateşlendi.

“Alaattin Camisine bomba atıldı, yakılıyor” kışkırtmasıyla da “4 Temmuz 1980 Cuma” günü, kanlı olayın final günü oldu.

Sonuçta resmi rakamlara göre 57 ölü, 200'den fazla yaralı, 300'den fazla yakılıp yıkılan ev ve işyeri, yüzlerce ailenin iç göçü, onlarca ailenin dış göçü...

Ya gerçekten bir bomba atılmış olsa ya da yansa idi? Düşünmesi bile tehlikeli.

1980’in Çorum Başsavcısı Ertem Türker, o günleri şöyle özetlemişti:

“Olaylar geliyorum diyordu, idareciler aymazlık içindeydi. Çorum, silah tüccarlarının oyun sahası olmuştu. Aynı silahla sağcı da solcu da öldürülüyordu.”

* * *

Sivas Katliamı da bu projenin bir ürünüydü.

Ve de asla unutulmayan, asla unutulmayacak olan bir felaketti bu katliam.

Çünkü 2 Temmuz 1993 günü, Pir Sultan Abdal Şenliklerinde yaşatılan bir vahşetti bu katliam. Çoğunluğu Alevi kökenli 33 yazar, ozan ve düşünür Madımak Otel’inde diri diri yakılarak katledildi o gün.

o gün, “Sivas ellerinde sazım çalınır...” diyen Aşık Veysel’in sazı susturulmuştu. o gün, “Varıp Pir Sultan'ı, analım dedik / Aşkın dolusuna, kanalım dedik / Meydanda bir semah, dönelim dedik” diyen Ozan Kızılgül meydanda bir semah dönememişti.

* * *

Ve de Sivas’ın intikamı gibi sunulan Başbağlar Katliamı…

Yani Sivas'ta Alevileri hedefe koyan “irade”, Başbağlar’da Sünni katliamına imza atmıştı. Amaç, daha büyük kitlesel bir Alevi-Sünni çatışması yaratmaktı.

Erzincan ilinin Kemaliye ilçesine bağlı, Tunceli sınırına yakın, Sünni halkın yaşadığı bir köydür Başbağlar. Sivas katliamından 3 gün sonra, yani 5 Temmuz akşamı köy baskına uğrar. “33’e 33” der gibi 33 köylü kurşuna dizilir. Okul, cami ve tüm evler yakılır, yıkılır.

20 kişi gözaltına alınır. 18 kişi beraat eder. Örgütsel ilişkiden 2 kişi mahkûm olur.

Bu davanın yargıçlarından Şakir Kadıoğlu diyor ki:

“Peki, kimler getirildi mahkemeye? Tunceli'de ‘tırpancı’ olarak tabir edilen bölgenin Alevilerinden yakaladıkları kişiler.” Ve devamla “Başbağlar davası, Türkiye'nin hukuk tarihinde bir yüz karasıdır. Yazıktır, günahtır” diyordu.

* * *

Elbette tüm bu katliamlar, bir siyasal proje idi ve de Alevi ve Sünni halk bu projede kullanılmıştı.

Özellikle Çorum katliamı ile 12 Eylül darbesinin son kilometre taşları döşenmiş, yönetime el konulmuş, anayasal sistem lağvedilmiş, toplumsal muhalefet bastırılmış, 24 Ocak kararları ile ülke ekonomisi küresel sermayeye teslim edilmişti.

Ve sonuçta bugün Çorum, Sivas, Başbağlar katliamlarının üzerinden yıllar geçmiştir. Ama belleklerden silinmemiş, acıları unutulmamış, hesabı sorulmamıştır.

Aslında daha da acısı; bu ülkenin sosyal dokusunun temeli oluşturan, yüzyıllarca birlikte yaşamış, yüzyıllarca birlikte yaşayacak olan Alevi-Sünni halk, bu katliamları bir kez olsun birlikte kınamamış, kınayamamıştır.

Galiba asıl sorun, işte bu olsa gerek…