Aileden kalan gelenek üzeri olsa gerek, evde hayvan beslemeye sonuna kadar karşı olan ve uzunca yıllar da bu konuda direnen biriydim, taa ki, karlı, soğuk bir kış günü, o zamanlar işletmekte olduğum Cafe Restaurantımın bahçesine bırakılmış, kül renkli, mini minicik bir yavru kedinin acizliğini görünceye kadar,

Öylesine masum, öylesine saf bir hali vardı ki anlatamam, soğuktan üşümüş ve belli ki açtı da, sokağın ayazının çaresizliği de cabası, hemen süt ayarladım verdim, sonuna kadar içti yavrucak,

Bir ara işime döndüm, tekrar geldiğimde gitmişti, yüzümde iyi bir şey yapmış olma tebessümü ve iç huzuruyla günü tamamladığımın ertesi sabahı, penceremin kenarından masum masum içeriyi seyrederken gördüm, o gün içtiği bir tas süt bir yana, samimiyeti, şefkati hissetmişti belli ki.

Onu yaratan, onu bana yollayarak alenen bir mesaj veriyor, buna sahip çık diyordu adeta, ya da o günlerdeki hissiyatımla ben öyle anladım bilemiyorum, ama bir gerçek vardı ki o artık bizimdi, ve emin ellerdeydi.

Önce sokaktan gelmesi ve durumu hasebiyle adını Garip koydum, daha sonra o kadar şeker, o kadar sevimli bir hal aldı ki adını Şeker olarak değiştirdim. Resmen işyerimin maskotuydu artık. büyüdü kocaman oldu, müşterilerden çok sevenler kadar hiç hazzetmeyenler de oldu, hele masaya yaklaştığında çığlık atan hanım müşterilerin tepkisini hiç bir zaman anlayamadım.

Sokakta ya da başka mekanlara gittiğimde bazen yine öyle manzaralarla karşılaşıyorum da, o masum hayvanlar ne yapar ki bu denli çığlıklar, kaçışmalar olur hala kafam almaz. Oysa insanoğlunun bitmek bilmez zalimliklerine, gözü doymayan hırslarına, bencilliklerine, caniliklerine bakınca, evrenin o dilsiz meleklerine adeta binlerce kez hayranlık duyarım.

Artık iyice büyüyüp kendi başının çaresine bakacağı duruma gelince ve müşterilerimin bir kısmından gelen tepkiler üzerine, yine mağdur olmayacağını düşündüğüm bir restaurant kenarına bıraktım, fakat ne enteresandır ki, onu götüreceğimi hissetmiş olmalı ki, kendi işyerimden diğer bırakacağım mekan mesafesine kadarki (en az 5 km yol demek) hiç susmadı ve adeta ağladı Şeker, bırakıp dönerken de ben ağladım, hem ne ağlama, hala pişmanlığını duyarım zaman zaman,

Aradan bir müddet geçti, sonra kızım Pınar’ın üniversiteyi bitirip eve dönerken yanında getirdiği ve küçüklükten beri besleyip büyüttüğü Badem’le yollarımız kesişti. Badem pek öyle kendini sevdirmeyen asabi bir tipti, uzunca bir süre bana taktı kafayı, resmen düşman gördü beni, kızımı kıskandı aklınca , onu benden korudu durdu. Sonra nasıl oldu bilinmez, bana bir düşkünlük belirdi Badem’de, ve inanılmaz derecede tutuldu hayvancağız. Hatta 11 aylık Antalya serüvenim olmuştu, yokluğumda yatağımda yattığını, elbise dolabımdan çıkmadığını duyunca, dayanamayıp, İstanbul’ gelip alıp yanıma götürmek durumunda bile kaldım.

Zaman zaman sosyal medya sayfamda onunla alakalı paylaşımlar yapıyorum ki takip eden dostlar da biliyor tanıyorlar Badem’i. Bana o kadar çok şey öğretti ki, evet konuşmuyor, ama o kadar çok şey anlatıyor ki konuşsa eminim o kadar ifade edemezdi kendini.

Lütfen adına hayvan diye hitap ettiğimiz, ama bana göre dilsiz melek diye tarif edebileceğim bu masumlara kıymayın, lütfen sevin, onlara bir tas su, bir kap mama, ya da yemek fazlalıklarınızı verin, eziyet eden vicdansızları gördüğünüzde engel olun. İnsanı insan yapan en büyük özellik vicdanı ve merhametidir.

Şairin de dediği gibi:

Merhamet olmazsa kalp kiracında,

Tahtın da kurtarmaz seni, tacın da.

Bir kara sevdanın dar ağacında,

Senin de ipini çeken bulunur.

Her gün daha da rezilleşen şu kirli dünyayı, varlıklarıyla güzelleştiren diğer tüm canlılar bizlere birer emanet, birer can yoldaşı. Tıpkı bir evlat gibi, bir eş gibi. Lütfen emanetlerimize sahip çıkalım, koruyalım, kollayalım, ve bu dünyanın sadece bizim olmadığını aklımızdan hiç çıkarmadan yaşamımıza devam edelim.

Sevgiyle kalın.