Ülkemiz bu günlerde o kadar çok sorunla karşı karşıya ki, insan ister istemez endişe duyuyor. Komşularımızla sıfır sorun derken her an bir yerlerde savaş çıkacak endişesini taşıyoruz. Yok işte Esad Türkiye’yi tehdit etti. İran, Suriye’ye fazla müdahalede bulunursanız bizi karşınızda görürsünüz diyor açıkça. Rusya aleni tehditler savuruyor. Kısacası dış politika oldukça karışık. Dışişleri Bakanımız Irak’ı daha doğrusu Barzani’yi ziyarete gidiyor. Irak hemen şaka mı ciddi mi anlamakta güçlük çekiyorum ama, Sayın Davutoğlu’nu tutuklama hakkından bahsedebiliyor. Hadi bu dış politika üzerine konuşmak uzmanlık ister. Olayların iç yüzünü mutlaka dış işlerimiz ve MİT biliyordur.

Kamuoyunda Sayın Dışişleri Bakanımızın iyi bir hariciyeci, bu konularda uzman bir kişi olduğunu ve yanlış yapmayacağını söylüyorlar. Umarız böyle olur. Umarız bir yanlışlık yapılmaz. 

Dış politikada bunlar oladursun iç politikamızda bazı hususlar endişe verici boyutlarda. Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir, Güneydoğu’da kurulacak sözde Kürdistan’ın başkentini bile televizyonlarda bağıra bağıra ilan ediyor. Ülkesini seven ülkesinin bölünmez bütünlüğüne yürekten inanmış insanların bunlardan endişe duyması kadar doğal bir şey olabilir mi?

Benim burada özellikle üzerinde durmak istediğim konu Alevi sorunu. Bugünlerde bu konuda sürekli kışkırtmalar var. Malatya’da meydana gelen olay ve peşinden Cemevleri ile ilgili Yargıtay kararları sürekli potansiyel bir kızgınlık oluşturuyor.

80’li yıllarda PKK’nın ilk eylemleri hatırlanırsa, dönemin Başbakanı Özal, bunlar bir avuç çapulcunun işi demişti. Zaman geldi böyle olmadığı anlaşıldı. Korkarım Alevi sorunu da aynı duruma düşmez.

Malatya’nın Doğanşehir İlçesinin Sürgü beldesinde bir davulcu ile Alevi ailenin tartışmasının linç girişimine dönüşmesi yürekleri ağza getirdi. Çorum olaylarını görmüş bir insan olarak yüreklerimiz sızladı. Eyvah!!! dedik. Yine aynı senaryolar mı yazılıyor, oynanıyor yoksa diye hayıflandık.

Çorum olaylarının en yoğun yaşandığı gecenin sabahında yaşadığım, gördüğüm manzarayı kısaca anlatacağım. 1980’nin Temmuz ayı. Sanırım ilk günleri. Kanlı Cuma olarak adlandırılan günlerden biri. Rahmetli babam hasta. Çoruma 35 km. uzaklıktaki ilçede doğru dürüst bir eczane yok. Doktor bu ilacı mutlaka getirmelisin dedi. Çorum’a giden bir minibüs-otobüs arıyorum. Sorduklarım “Kardeşim Çorum’a ne cesaretle gideceksin. Her yer tutulmuş. Orada bir kör kurşuna gidersin” dediler. Derken giden bir minibüs bulduk. Adamcağız bizi şehrin şöyle tenha bir yerinde indirdi. Ben koşarak eczane arıyorum. Ana cadde üzerinde tanıdık bir eczaneye koştum. Eczanenin camları yere indirilmiş. Kimsecikler yok. O korku arasında yalvar yakar ilacı buldum. Bir tanıdığa rastladım.  “Yeğenim sen aklını peynir ekmekle mi yedin. Ne arıyorsun burada? ” diye sordu. Anlattım. “Buralarda dolanma. Bir an evvel ilçene dön” dedi. Aradan 32 yıl geçti. Güzelim Çorum şehri bugünkü gibi gözümün önüne geliyor. Sanki II. Dünya Harbinde bombalanmış Berlin şehri gibi idi. Bu kime ve kimlere yarar sağladı? Barış ve kardeşlik içinde, yüzyıllarca bir arada yaşamış insanlar birbirlerine düşman gözüyle bakmaya başladılar.

O günlerin gazete haberlerine baktım. Valisi, emniyet müdürü “Olay bir sağ sol çatışması. Olaylar yatıştırıldı. Endişe edilecek bir durum yok” biçiminde demeçler veriyorlardı. Nitekim, Doğanşehir-Sürgü olayıyla ilgili olarak da Vali Ulvi Saran, olayın mezhep çatışması olmadığını savunuyor.  “Büyütülecek bir mesele yok. Bu olay çok basit kişisel bir tartışma. Sürgü Beldesinde insanlar çok uzun bir süreden beri barış ve kardeşlik içerisinde yaşıyorlar. Tabii ki, ramazanda sinirler gergin olabilir. İnsanlar oruç tutabilir, tutmayabilirler. Türkiye’nin değişik yerlerinde bazı çevreler sanki bir mezhep çatışması varmış gibi, ya da oruç tutanların, tutmayanlara karşı bir baskısı varmış gibi abartılı yorumlarla durumu yansıtıyor. Bunların aslı astarı yok.” biçiminde değerlendiriyor. İnşallah durum Vali’nin dediği gibidir. Ama, bizim söylemek istediğimiz basit görülüp üstünün örtülmemesidir. Valinin söyledikleri iyi has da, şu “ramazanda sinirler gergin olabilir” cümlesine ne demeli. Hani ramazan barış, sevgi, dostluk, güzellik ve hoşgörü ayıydı. Nerede kaldı bunlar?

Cemevleri konusunda Diyanet’in açıklamasının ve Yargıtay Kararının arkasına sığınmamak gerekiyor. Alevilik ile ilgili çok sayıda kaynağa baktım. Sünnilik nasıl bir mezhepse Alevilik de Müslümanlık içerisinde bir başka mezheptir, diyorlar. Siz bütün Müslümanların ibadethanesi camidir diyebilirsiniz ama Alevi benim ibadethanem cemevidir diyor. Nitekim, laik devlet bütün inançlara eşit yaklaşan devlettir. Siz, İslam’da 4 mezhep var, başka mezhep tanımıyoruz derseniz Sünni inanışı söylemiş olursunuz. Mezheplerin tümü Peygamberimizden sonra olduğuna göre bu insanlar da biz Alevi mezhebindeniz ve ibadetimiz Sünnilerinkinden ayrıdır ve ibadethanemiz de cemevidir diyorlar haklı olarak. İşte Hristiyan alemi. İçersinde çok sayıda mezhep var. Hepsinin ibadethanesi ayrı. Kimse onlara  hepiniz aynı kiliseye gideceksiniz demiyor.

Yoksa sizin inanç özgürlüğünden, ibadet özgürlüğünden kastettiğiniz Sünni İslam mezhepleri, cemaatleri ve tarikatları mı? Onlara sonuna kadar özgürlük, ama Alevi de bizim gibi olsun, bizim içimizde erisin derseniz olmaz.

SON SÖZ: AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’i severim sevmem ama şu sözüne aynen katılıyorum: “Türkiye'de Sünnîler Alevîlerin, Alevîler Sünnîlerin; Türkler Kürtlerin, Kürtler Türklerin haklarını savunmadıkça medenî bir toplum olamayız”