Eskiden kış kışlığını bildirirdi. Kış geldi mi vaktini de
bildirirdi. 12. ayda yavaş yavaş yağan kar, 1. ayda (karakışta) 50–60 cm’yi
bulur ve aylarca yerden kalkmazdı. Karın soğuğu tatlı bir soğuktur. Kar
berekettir, kar mutluluktur.
O kadar çok kar yağardı ki. Herkes kendi evinin önünü
süpürür, yolun ortasındaki 50 cm enindeki kar kıyılara atılarak yol açılırdı.
Bu orta yolu aslında belediye açardı ama onlar gelinceye kadar mahalleli evinin
cephesini çoktan açmış olurdu. Belediye işçisine de yolu sadece daha düzgün
hale getirmek kalırdı. (Bu kar kürüme
yol yapma işi küreklerle yapılırdı.)
O uzun kış dönemlerinde okul da bir başka güzeldi. Ders sıkıntısı yoktu, akşamları veya
sabahları bir saat çalışmakla iyi not alınırdı.
Ben akşamları yazı ile yapılacak dersleri yapar sabahları da okuyarak
anlatılacak dersleri yapardım.
Benim bu anlattığım yıllar 1940–1950 yılları.
1940 -1950 yıllarında ben rahmetlik dayımı hatırlıyorum.
Rahmetlik dayım çok güzel yemek yapardı. Dayımın yaptığı TAS KEBABI, sobada
odun ateşinde pişen köfteleri çok şahane olurdu.
Cumartesi akşamı kendi evimizde kalırsam dayım akşam bize
uğrar, beni ağabeyimle birlikte köfte yemeye davet ederdi. Ağabeyim seyrek
gelirdi ama ben bu davetleri hiçbir zaman kaçırmazdım. Zaten çoğu zaman ben
dayımlarda yatardım. Rahmetlik Lütfiye Mat (Dayımın Hanımı. Biz ona iki kardeş
anne derdik.) bize anamız kadar yakındı. Ölünceye kadar da öyle devam etti.
Köfte veya tas kebabının eti o yıl baharda doğan kuzulardan
yani 8–9 aylık kuzu etinden yapılırdı. Et cumadan alınır Cuma akşamı terbiye
edilir içine ilave edilecekler karıştırılır, yoğrulur, yoğrulurdu.
Orta büyüklükteki köfteler tepsiye dizilir Pazar sabahı
pişirilmek üzere donmayacak şekilde soğuk bir yere konularak dinlenmeye
bırakılırdı. Lütfi’ye hatun kocasına
hizmet etmeyi ibadet kabul ederdi adeta. (Allah rahmet etsin)
Dayımın evi küçük, 2 oda, bir kiler ve kışın kullanılmayan 2
katlı 2 oda idi. Ev küçük sayılırdı ama bahçesi bayağı büyüktü. Gönülleri ise
ondan kat be kat büyüktü. Köftelerin kokusu evin içini sarardı. Sofrada dayımın
anası, (ebem) annemin kız kardeşi Şahande abla, ben, bazen ağabeyim, dayım ve
annem olurduk.
O sofranın samimiyeti, bereketi hele de tadını aradan 60
sene de geçse bu günkü gibi hatırlıyorum. Hala tadı damağımda sanki. O zaman çay şeker çok kıymetliydi. Keklik
kanı çay, dışarıda tatlı kar soğuğu ve içerde sobada çatırdayan meşe
odunlarının sesi…
Dayımın evinin bir özelliği de evde radyo vardı. (Küçük
çocukların içinde adam var diye kandırıldığı tarihler yani. 1939–1940 yılları.)
Halkın ajans dinlemek için Halkevinin önüne gittiği yıllar. O yıllardan hala
aklımda kalan meşhur türkücü Hacer Buluş ve her akşam Feridun Fazıl
Tülbentçi’nin tok sesiyle okuduğu tarihten bir yaprak isimli program. Ayrıca
radyo piyesleri ne güzel programlardı onlar…
Ben 12–13 yaşlarındaydım, süt almaya gelen sarı uzun saçlı komşu kızı
ise 10–11 yaşlarında. Onu her sabah gördüğümde yüreğim çarpar, dizlerim beni
taşımaz olurdu.
O yıllarda evlerin hemen hepsinin bahçesi vardı. Çoğu da tek
katlı idi. Bu evlerde fare de olurdu onun için fare tutan kediler gözdeydi.
Uzun kış günlerinde sobanın keyfini süren kediler eve et geldiği günlerde
keyiflerine keyif katarlardı. Etini yer, sobanın arkasındaki minderinde
uyurlardı. Bizim de Tekir isminde bir kedimiz vardı. Yataklar yapılırken çişe
giderdi. Eve bir fare girmişse gece demez gündüz demez onu yakalamadan o soba
sefasını sürmezdi.
Bu gün yeni büyüyenlerin çoğu sobayı da, mangalı da,
mangalda ateşi de bilmiyorlar. Odun bol
olursa soba sıcaklığı BAMBAŞKADIR…
Not: Bu kış günlerinde bağ evlerinde tel örgü içerisindeki
köpeklerin çoğu sahipleri bağa gidip gelmediklerinden dolayı aç ve perişanlar.
Bunun vebali çok büyük olsa gerek. Ya hayvanları bırakın başının çaresine kendi
baksın, ya da yiyeceğini, suyunu veriniz lütfen.
Saygı ve sevgilerimle.