Yıl 1943.

Mustafa Güzelgöz adlı bir genç, Ürgüp Tahsin Ağa Kütüphanesi'ne, kütüphane sorumlusu olarak atanır…

Mustafa, hizmet etme ve üretme aşkıyla yanıp, tutuşan idealist bir gençtir.

Büyük hayallerle göreve başlar.

Büyük bir heyecanla, gözü kapıda, okur bekler.

İlk gün kimse gelmez. İkinci gün de, üçüncü gün de, sonraki günlerde de…

Şaşkındır Mustafa.

Sağa koşturur, sola koşturur, yoldan geçenleri durdurup, buyur eder; yok, yok, yok…

Değil kütüphanenin kapısından içeri giren; merak edip, kafasını uzatan bile olmaz.

Can sıkıntısından her gün temizlik yapar Mustafa… Kitapları özenle tek tek indirir raflardan,  özenle siler; umutla, sevgiyle, okşaya okşaya yine tek tek yerleştirir, silip, temizlediği raflara…

Yakınındaki komşularla konuşur bire bir; “Niye gelmiyorsunuz?” der; “Bakın kütüphane bomboş, sessiz ve tertemiz; gelin kitap okuyun…" der.

Nafile…

Ne gelen olur, ne giden…

Son umut; konuyu amirlerine açar. Böyleyken böyle der; şöyle şöyle yaptım der, yoldan geçenleri bile kolundan tutup, çevirdim der. Şu ana kadar tek bir kişi bile kütüphaneye girmedi, girmiyor der.

Der, demesine de, Amirlerinden yardım bekleyen Mustafa’yı şaşırtan bir şey olur.

Amirleri (takdir edecekleri yerde) Mustafa’ya kızar(lar) …

- Kardeşim otur oturduğun yerde, maaşını düzenli alıyon mu, almıyon mu ?

- Alıyorum.

- Eee, o zaman ne karıştırıyon ortalığı! Gelen giden olsa maaşın mı artacak sanki? Başına daha fazla bela alacan… O kütüphaneye yıllardır hiç kimse gelmedi, gelmez de….

??!!…

Kös kös döner Mustafa görev yerine ama içinde bulunduğu durumu da bir türlü kabullenemez.

“Gelecekler…” der.

“Okuyacaklar, okutacağım…” der..

Ama bu nasıl olacaktır, onu bilemez…

Derken, aklına bir fikir gelir…

Koşa koşa evine gider; eşine anlatır düşüncelerini.

Eşi önce; "Deli misin bey?"der ama kocasının bir şeyler üretme, işe yarama çabasına yakından tanık olduğu için de; susar, o da eşinin bulduğu çözümü kabullenir (ya da kabullenmiş gibi görünür)

*    *    *

Geriye, ikna edilmesi gereken sadece amirleri kalmıştır.

Ancak o dönemler öyle bir dönemlerdir ki; her şey amirlerin iki dudağının arasındadır.…

O dönemlere (hoş günümüzde de böyle ama…. Neyse…), "Aman bir şey yapıp da başımıza iş açmayalım.. Nasıl olsa; çalışsan da aynı maaşı alıyorsun, çalışmasan da…" zihniyeti hakimdir..

Nitekim Mustafa’ya da aynı tavrı takınırlar.

Olmadık güçlükler çıkarırlar bu idealist gence.

Ama inattır Mustafa.

Bıkmadan, usanmadan sürdürür mücadelesini.

Sonunda o bıyıklı, kravatlı, asık yüzlü, sigara kokan, ülkesine gram faydası olmayan bürokratlar; “Lanet olsun… ne halt edersen et…” derler.

Mustafa bir eşek alır.

İki tane de sandık yaptırır.

İki sandığa, kalınlığına göre 180-200 kitap sığdırır.

Sandıkların üstüne "Kitap İdare Sandığı" yazar.

Kitapları eşeğe yükler ve köy köy gezmeye başlar.

Kütüphaneye de bir yazı asar: "Sadece Pazartesi ve Cuma günleri açıyoruz."

*    *    *

Gittiği köylerde büyük bir şaşkınlıkla ama bir o kadar da ilgiyle karşılanır.

Eşeğine yüklediği bir sürü kitapla köylerine gelen bu amca, köylü çocuklarının ellerine kitaplar tutuşturmaktadır.

Tıpkı Noel Baba gibi.

Dahası; Noel Baba yalandır ama Mustafa Amca gerçektir

Geyikler yerine de eşeği vardır Mustafa Amcanın…

Üstelik, eşek de gerçektir, Mustafa Amca da.

Çocukların Mustafa Amcaları; "Çocuklar bunları okuyun, aranızda da değişin. On beş gün sonra aynı gün gelip, verdiğim kitapları geri alacağım. Aman yıpratmayın bu kitapları, diğer köylerdeki arkadaşlarınız da okuyacak…" der.

Mustafa artık Ürgüp'teki kütüphanede bir iki gün durmakta; diğer günler, eşeği Yüksel'le köy köy gezmektedir.

*    *    *

Köylerdeki çocuklar Eşekli Kütüphaneciyi her seferinde alkışlarla karşılarlar. Büyük bir coşkuyla, sevinç içinde yeni kitaplar beklerler.

Böyle böyle Mustafa Amca'nın ünü, tüm çevreye yayılır.

Zamanla insanlar, kütüphaneye de gelmeye başlar.

Mustafa bakar ki kütüphaneye kadınlar hiç gelmiyor.

Zenith ve Singer Şirketlerine mektup yazar:

"Bana dikiş makinesi yollayın, firmanızın adını kütüphanenin girişine yazıp, reklamınızı yapayım…" der.

Zenith dokuz tane, Singer bir tane dikiş makinesi yollar (Bu etkinlik, ülkenin ilk sponsorluk etkinliği olarak tarihteki yerini alır.)

Salı günlerini, kadınlar günü yapar.

Kumaşı alan kadın, kütüphaneye koşar.

On makine yetmediği için sıra oluşur. Sırada bekleyen kadınların eline birer kitap verir, beklerken okusunlar diye.

Okuma-yazma oranının düşüklüğünü görünce; halkevlerine, okuma yazma kursları vermeye gider.

Halıcılık kursları başlatır, bölgede halıcılığı canlandırır.

Derken, beklenen olur;  valilik, Mustafa hakkında dava açar, "Kendi görev tanımı dışında davranıyor" diye.

50 yaşına gelen Mustafa Amca, baskıyla emekli edilir.

Görevden de alınsa, emekli de edilse; Mustafa Amca, köylüler arasında efsane olur. Yıllar geçtikçe, köylerdeki çocuklarda, okuma aşkı yerleşir.

… …

2005 yılında, vefat eder Mustafa Amca.

Onun vefatına, tüm Kapadokya Halkı, çok üzülür…

Toplaşırlar;  Ürgüp'e, bu güzel insanın ve eşeğinin heykelini dikmeye karar verirler.

Ve dikerler…

*    *    *

Görev aşkı, üretme aşkı böyle bir şeydir işte.

Mustafa gibi yapmak, Mustafa gibi davranmak, Mustafa gibi yaşamaktır.

İnanılan bir konuda, inatla, azimle o işin ve de o işlerin üzerine gitmektir.

İnsan olmak, yurtsever olmak bunu gerektirir.

İnsan vardır, dokunduğu yere değer katar; insan vardır, dokunduğu yeri kurutur, değer
kaybettirir.

Nevşehir'den, Ürgüp’ten ve bu ülkeden; nice müdürler, nice amirler, valiler, kaymakamlar, nice bürokratlar, milletvekilleri, bakanlar, politikacılar geldi, geçti…

Bu halk, bunların binlercesinin adını anımsamaz, anmaz ama Mustafa GÜZELGÖZ ve eşeğini unutmaz.

Onların heykeli dikerek; kuşaklardan kuşaklara devredilerek unutulmamasını sağlar.