Fotoğraf 1

Önce şu haberi paylaşalım…

1942 yılında yayına başlayan “Amerika’nın Sesi Radyosu” artık Türkçe yayın yapmayacağını açıklamıştır.

Türkiye’ye daha iyi ulaşmak istediğini belirten “Voice of America” yönetimi, Türk halkının haber kaynağı tercihine bağlı olarak, radyodan çok internet ve televizyon yayınlarına ağırlık verme kararı almıştır.

Test aşamasındaki proje çerçevesinde haber, sağlık gibi çeşitli alanlarda video veya sesli paket programlar hazırlanarak, bu paketlerin internet üzerinden yayımlanması ve Türkiye’de kullanmak isteyen tüm radyo istasyonlarına ücretsiz dağıtılması hedeflenmektedir.

Propagandanın ve psikolojik savaşın dayanılmaz hafifliği…

Fotoğraf 2

Kör şeytanın şaşılarla flörtü… 

2000’li yılların başlarında Çorum… Latin alfabesine geçildikten sonraki yerel basını 31. 12. 1975 tarihine dek taramıştım. Amacım Çorum’daki kentsel gelişme sürecini araştırmaktı.

Bu çalışmada dikkatimi çeken ilginçliklerden biri…

O yıllarda 35 bin nüfuslu bir il olan Çorum’da dönemin teknolojisi gereği ancak klişe ile fotoğraf kullanılabilmektedir. Gazeteler bu nedenle ancak edinebildikleri belli fotoğrafları yayınlamışlardır. Ellerindeki en yaygın klişe, belli günlerde (19 Mayıs, 23, Nisan, 30 Ağustos, 19 Ekim ve 1938’den sonra 10 Kasım) Atatürk’e aittir.

1950’den sonra bazı gazetelerde Atatürk’ün ölümünden sonra çekilmiş naşının fotoğraf klişesi kullanılmaya başlanmıştır. Ne ilginç değil mi?

1950’den sonra ise bir ajans tarafından servis edilen ABD haberleri giderek yaygınlaşmıştır. ABD Başkanları, subaylar ile güzel sarışın kadınlar, ABD savaş gemileri ve Washington’da yapılan caminin inşa ve fotoğrafı… 

Daha Çorum’da bir cami fotoğrafı basamayan gazeteler Washington’daki caminin resmini kullanabilmişlerdir. Ve doğal olarak caminin bittikten sonraki görüntüsünü…

Osmanlı Devleti’nin yıkılma, paylaşılma sürecinde Alman İmparatoru II. Wilhelm’in, Müslüman olduğunu hatta “sünnet olduğunu” topluma yayanlar da aynı amaçla çalışmışlardır. Bu çalışmanın işareti olarak da Sultanahmet Camii’nin yakınlarına II. Wilhelm’in hediyesi bir çeşme yaptırılmıştır. 

Alman Çeşmesi, Türkiye’ye üç kez gelen imparatorun 1898’de İstanbul’a ikinci kez gelişinin anısına ithaf edilmiştir. İlk gelişinde, 1889, Osmanlı ordusuna Alman tüfeklerinin satışını sağlayan II. Wilhelm, ikinci İstanbul ziyaretinde İstanbul-Bağdat Demiryolunun Alman firmalarına verilmesi vaadini almıştır.

Berlin-Bağdat demiryolu projesi İngilizlerin Kale-Kahire-Kalküta projesine, (Süveyş kanalı ve Kızıldeniz’e egemen olma) masaya geç gelen Alman emperyalizminin, alternatif Osmanlı paylaşım planının önemli bir ayağıdır. Ana amaç Ortadoğu’ya ve petrole egemen olmaktır.

Biz konumuza dönelim…

1950’li yıllarda “Küçük Amerika” olmaya özendirilen bir topluma ABD’yi şirin göstermeye çalışan fotoğraflı haberlerdir Türk milletine sunulan. Çorum milletvekillerinin fotoğraflarını yayınlayamayan yerel gazetelere ABD çıkışlı fotoğraf klişeleri servis edilmektedir.

Günümüzde ise ABD, radyolara paket program servis etmenin tertibi peşindedir. Yazılı, sesli ve görüntülü yandaş medyanın yalakalıkta kantarın topuzunu kaçırarak inandırıcı olma boyutunu yitirmesi de bu uygulamanın etkin sebeplerinden biridir bizce.

“Özgürlükler ülkesi Amerika”nın ne denli özgürlüklerden yana ve demokrat olduğunun göstergesi ise New York Times’ın editörü John Swinton’ın, 131 yıl önce gazetecilere yaptığı konuşmadır. 

“Hiç biriniz düşündüklerinizi olduğu gibi yazmaya cesaret edemezsiniz. Bunu yapmaya kalktığınızda yazdıklarınızın basılmayacağını önceden bilirsiniz çünkü. Çalıştığım gazetede bana düşüncelerimi açıkça yazmak için değil, tersine yazmamam için haftalık bir ücret ödüyorlar. İçinizde benzer biçimde benzer ücretler alan başkaları da vardır. Düşüncelerini açıkça yazacak kadar salak olan herhangi biri, sokaklarda başka iş arıyor olacaktır.

Gazetemin her hangi bir sayısında gerçek düşüncelerimi yayınlamaya kalksaydım, 24 saat dolmadan işimden atılırdım. Gazetecilerin işi; gerçeği yok etmek, düpedüz yalan söylemek, saptırmak, kötülemek, servet sahiplerine dalkavukluk etmek, kendi gündelik ekmeği uğruna yurdunu ve soyunu satmaktır. Bunu siz de biliyorsunuz ben de…

Öyleyse şimdi burada, ’bağımsız özgür basının’ şerefine kadeh kaldırmak saçmalığı da nereden çıktı? Bizler sahnenin arkasındaki zengin adamların oyuncakları, kullarıyız. Bizler ipleri çekilince zıplayan oyuncak kuklalarız. Yeteneğimiz, imkânlarımız ve hayatımız hepsi başkasının malı. Bizler entelektüel fahişeleriz...”

Bugün ülkemizde Tam Bağımsız Türkiye sevdasıyla klavyelerinin başına geçenler ise sistemin “üretim hatalarıdırlar”… Kapıkulu, kukla, Truva atı, ayrıkotu yetiştirmek isterken nereden çıkmıştır ki bu antiemperyalist, tam bağımsızlıkçı tipler…

İyi hoş da üretim hatası olanların hiç mi hataları olmaz? Doğruları yazıp söylemenin antiemperyalist mücadelenin ikici ayağı olan millet örgütlemesini yapmak için halayın mendilini tutmaktır… Milletle birleşmeden, onu “Ya İstiklal, Ya Ölüm”  şiarıyla tek çatı altında örgütlemeden Tam Bağımsız Türkiye’yi inşa etmek tarihin doğasına aykırıdır. 

Sistem (emperyalizm) ise kendi amaçlarına hizmet edecek hemen her yapıdan (Parti, sendika, dernek, vakıf, medya vb) kuklalar üretmekte ve onları evire çevire kullanmaktadır. Sonra mı? İşi bittiğinde de müsvedde kâğıdı gibi buruşturup atacaktır o kuklalarını… Çünkü yıpranmamış çıtır yavrular vardır sırada… Şöyle bir etrafımıza baktığımızda bunlardan ne çok örnek görebiliriz. Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Mehmet Ali Birant, Altangiller (baba ve oğulları) ve ismi şu anda aklıma gelmeyen niceleri…

Yaz yazlığını, kış kışlığını yapacak, tarihin çarkları bazen ileriye, bazen de geriye doğru gitmeye devam edecektir. Devrim ve karşıdevrim…