Şöyle uzaktan uzağa, yansız bir gözle bakıyorum da çok üzülüyorum,

Biz (bizim kuşağımız) bugün varız, yarın yokuz.

Çocuklarımız da (öyle ya da böyle), bir şekilde uçtu yuvalarından.

Ya torunlar?

Torunlarımız konusunda çok ciddi endişelerim var. Onları çok kötü günler bekliyor, çok.

* * *

Güzel günler yaşadı bizim kuşağımız.

Ben “güzel günler” diyorum ama bizim dönemimizle, şimdiki dönemin “güzel gün” anlayışları o kadar farklı ki.

Yokluk içinde büyüdük biz aslında.

Ama o yokluğa karşın mutlu ve mesut bir kuşaktık biz.

Mutlu, mesut kuşaktık; iyi nedir bilmezdik çünkü. İyiyi, daha güzeli görmemiştik ki kötüyle karşılaştırıp, mutsuz olalım.

Ergen falan da olmadık biz.

Bizim ergenliğimiz, babalarımızın kaşlarını çatmasına; analarımızın terliğini göstermesi ya da sallamasına bakardı.

O çatılmış kaşları ya da o terliği görünce; anında fabrika ayarlarımıza dönerdik.

Babalarımızdan da, analarımızdan da çok dayak yedik.

Dağ, taş bizimdi çünkü.

Evlerimizden bir çıktı mı, bizi bulabilene aşk olsun.

Sokak sokak gezerdik.

Teklifsiz tekellüfsüz, istediğimiz arkadaşımızın evine konuk olur; davet beklemeden sofralarına otururduk.

İzin almak gereksizdi.

Korkusuzduk.

Uçurtmalarımız vardı. Yüksek tepelere çıkar, uçurtmalarımızı uçururduk.

Sokaklarımızdan binde bir araba geçerdi.

Bizimdi sokaklar, çelik çomak oynardık sokaklarımızda.

Günümüz nesli gibi dolap dolap giysilerimiz olmazdı; giysilerimizin tümü, divanın altındaki küçük bir selenin içini anca doldururdu.

… …

Doktor nedir bilmezdik; babaannelerimizin, anneannelerimizin ilaçları bizi iyileştirirdi.

Her bir yanımız yara, dişlerimiz kırık, ellerimiz pis olurdu.

Hijyen nedir bilmezdik; pis ellerimizle yağlı, ya da salçalı ekmek yerdik.

Bazen de üstümüze fışkırta fışkırta, domates yerdik. Titiz anneler bile buna izin verirdi.

Teksas ve Tom Mikslerimiz, giyecek sepetimizin arasında dururdu.

Dünya öyle büyüktü ki dolaş dolaş bitiremezdik.

Henüz TV, cep telefonu, marka ayakkabı, rengârenk oyuncaklar ve bilgisayarları görmemiştik.

Aradığımız her şeyi bulabildiğimiz mahalle bakkalımızı, dünyanın en zengin insanı sanırdık.

Özgür büyürdük, kimse kıyıda köşede şunu yap, bunu söyle demezdi. En büyük baskı annelerimizin kaşı gözünün oynamasıydı..

Savaş nedir, insanlar kaça ayrılır, tarikat, mezhep, kim Kürt, kim Türk, kim Sünni, kim Alevi bilmezdik.

Hepimiz Türk, hepimiz Müslüman’dık.

Her Cuma mahallemizin büyük abisinin peşine düşer camiye gider namaz kılardık.

Mahallenin tüm hayvanları bizimdi ve arkadaşımızdı..

… …

Fazla bir şeyimiz yoktu, ama...

Biz, çok ama çok mutlu çocuklardık...

Üzüntüm o ki; günümüz çocuklarını mutlu etmek ve tatmin etmek çok zor.

Günümüzün doyumsuz çocuklarını iyi günler beklemiyor.