Hz. Ali’nin ibadet hayatı:
Hz. Ali R.A. hazretleri, ibadet hayatında da eksiksiz ve tam bir hüşuu ile ibadet ederdi. Çünkü, R.SAV.in bizzat elinde büyümüş ve onun terbiyesinde yetişmiştir. Bütün inandıklarını R.SAV.in yaptığı gibi yapmıştır. Ömründe bir vakit namazı terk etmemiştir. Öylesine huşu ve hudu (dünya ile alakayı keserek namaz kılmak) ile namaz kılardı.
Kamil: Tam bir namazın üç unsuru vardır.
Huzur, huşu ve hudu. Huzur namazın kılınışının görünen şeklidir. Yani namazın farzı, vacibi, sünneti, müstehabını tam tatbik etmektir. Namazda en ufak bir mebrah (hoş olmayan davranış) yapmamıştır. Huşu: müminun suresinin ikinci ayetinde huşudur ki, bütün benliğini Allah’a vererek namaz kılmaktır. Huduu ise; namazda dünya ile alakayı tamamen kesmektir. Daha ilerisi cenneti ve cehennemi görerek namaz kılmaktır.
İşte, Hz. Ali’nin kıldığı namaz bu namazdır. Namazda en önde model bu namazdır. Hz. Ali’nin bir savaşta ayak bileğine saplanan bir okun demiri içeride kalıyor. Bir türlü çıkaramıyorlar. Hz. Ali R.A. “ben namaza durayım, o zaman okun demirini çekip alın,” buyuruyor. (Şafi mezhebinde kan temiz olup abdesti bozmaz.)
Hz. Ali gerçekten namaza durunca ayak bileğine saplanan okun ucundaki demiri çekip alıyorlar. Namaz bitinci demiri çıkardınız mı diye soruyor ve aldık diyorlar. Hz. Ali “Ben namaza durduğunda vücudum pelte, pamuk gibi yumuşaktır” buyurmuş ve böylece kerametini izah etmek zorunda kalmıştır.
Yine Hz. Fatıma annemiz anlatıyor; Hz. Ali bir akşam namaza durdu. Uzun süre ayakta kaldı. Rengi soldu, sapsarı, kıpkırmızı, renkten renge girdi. Secdeye yattı, öldü sandım, yanına vardım, beni duymuyordu. Namazını bozduramadım. Kendinde değildi. Namaz sonrası bu durumun kendisini üzdüğünü söyledi.
“Ya Fatıma, baban Allah’ın resulünün saatlerce secdede kaldığını bilmiyor musun” demiştir. Hatta şu da rivayet edilmiştir. Hz. Ali ulu Allah cc. görerek namaz kılarmış. Şimdi burada şunu da ifade etmem gerek. Hz. Ali R.A. namazda mihrapta şehit edilmiştir. Hz. Ali candan seven, ona canını verebilecek kadar bağlı olan kardeşlerimiz, önderimiz ve rehberimiz böyle namaz kılarken, namazı kökten terk ederek yaşarsa bu nasıl Ali’yi sevmektir. Ömründe ağzına bir damla içki koymamış olan ve bacağıma bir damla şarap damlası düşse orayı keserim diyen, bir kuyuya bir damla içki düşse ebediyyen oradan su içmem, abdest almam diyen Hz. Ali’dir. Nasıl olur da Hz. Ali’yi seven bir mümin içki içer veya en kısa zamanda bu terk edip tevbe etmez. Bunları düşünmek gerekmez mi? Çünkü kişi sevdiği gibi yaşar, onunla beraberdir.
“Hz. Ali’nin ibadeti tam bir ihsan, ibadetidir. Yani Allah’ı görür gibi ibadet etmektir. Çünkü sen onu görmüyorsan da, o seni, bizi görüyor” buyurdular. R.SAV.
Bütün hareketlerimiz bu anlayışla yapılmalıdır. Kul görmüyorsa Allah görüyor prensibi esas olmalıdır.
Hz. Ali R.A. hazretlerinin hilafet meselesindeki tavrı:
Hilafet: İktidar. Bu günün ifadesi ile siyaset, politika olayı. Tam olmasa da yakın manada aynı anlama gelir. Emevi halifesi muaviyeye kadar Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali’nin hilafetinde politik meseleler toplumu fazla meşgul etmemiş, Hz. Osman’ın devrinde ihtilaflar başlamış, Hz. Ali zamanında şiddetlenmiş, ne yazık ki (Mel’un Yezid, Muaviye’nin oğlu) zamanında Hz. Hasan Muaviye devrinde zehirletilerek, Hz. Hüseyin R.A. ise Kerbela’da feci bir şekilde 72 masumla birlikte şehit edilmişlerdir ve İslam aleminin durmadan akan kanı haline gelmiş, müslümanları dilim dilim parçalara ayırmıştır. Bu işlerin temelinde politika, siyaset iktidar kavgası yatmaktadır. Hz. Ali R.A.nın ömrü savaş meydanlarında geçmiştir. Hz. Ali ile Hz. Ebubekir, Hz. Ömer hatta Hz. Osman arasında bugünün anlayışı anlamında bir muhalefet olmamıştır. Hz. Ali R.A. onlara başdanışmanlık yapmıştır. İsteseydi kılıncını çekip iktidar benim hakkım derdi, demedi. Çünkü onların davası makam, mevki sevdası değildir. Adil olsun, abit olsun, eşit olsun, Allah’ın emrine uygun olsun da kim yönetirse yönetsin ne fark eder? Malının tamamını Allah yoluna veren Hz. Ebubekir vefatında kefeni borç alınarak satın alındığını okudum. Hz. Ömer adili dünya, kılı kırk yararcasına bir yönetimle, askerlere savaştan elde edilen ganimeti, altını kürekle taksim ediyor. Camide şehit oluyor. Geriye bıraktığı mirası bugünün insanına bir takım elbise bile almıyor. Hz. Osman 100 deve yükü buğdayı muhtaçlara develeri ile veren, 10 bin askeri techiz eden bir halife, neden devlet hazinesinden bir gram haram yesin, mümkün müdür? Durum böyle olunca, halifenin kimin olması önemli değildir. Ancak burada şöyle bir durum var. İnsanlar gruplar, kendi menfaatlerini bu yöneticilerle gerçekleştirmek istediklerinden tarafgirlik, sen-benlik gibi fitnelerle siyaseti bu hale getirmişlerdir. Bu günün en şiddetli halini dünyada görüyoruz.
Demokrasi en yüce bir yönetim şekli ama, pratikte hayat öyle mi, hayır.. Politikacıların dürüst olması, adil olması, hepsinden öte, Allah korkulu yaşamaları esastır. Mesele işte budur. Bu bakımdan Hz. Ali R.A. hazretleri hilafet meselesinde Allah dostu olmaları nedeni ile bu konu ile fazla ilgilenmemiş, takdir edilen zaman gelip kendisine hilafet teklif edilince iş başına geçmiş, karşısına iktidar hırsına kapılan Muaviye çıkmış ve istenmeyen olaylara sebep olmuşlardır.
(SÜRECEK)