Konstantin 3 hediye göndermişti.
Birinci hediye; Doğan kuşu: Eğitilmiş ve yetiştirilmiş, kişiler ve devletler arasında mektup, name taşır. Gündüz yatar, gece uçar. O günün şartlarında en emin iletişim aracı. Son derece kıymetli, paha biçilemez bir kuş ki, eğitimi yıllar alıyor. Çok yüksek derecede devletlerin yöneticilerine verilen bir hediye. Aynı zamanda yaman bir avcıdır. İstenilen hayvan, kuşu avlar ve getirir dediler.
Hz. Ömer, “benim böyle bir ulak kuşa ihtiyacım yoktur, istediğim bilgiyi istediğime, istediğim zamanla ulaştırırm”, dedi. “Serbest bırakın onu” dedi.
Bir gün Medine mescidinde Cuma hutbesi okurken, bir anda gözünden perde kalktı. İran’da harp eden İslam ordusunu gördü. İslam ordusunu, düşman arkadan çembere alıp kuşatıyordu. Mimberde, hutbede birden haykırdı. Ordu komutanına hitaben “Ya Sariye Cebele” diye haykırdı. İran’da harp eden İslam ordusunun arkasını ağa dayamasını komutan Sariye’ye emrediyordu.
Gerçekten de, komutan Hz. Ömer’in bu emrini duymuş ve ordunun arkasını dağa vermek suretiyle o İslam ordusunu imhadan kurtarmış. Ordu Medine’ye dönünce, komutan Sariye bu olayı anlatmış. Hz. Ömer’e “ya emirel müminin, ey müminlerin emiri, eğer beni uyarmasaydın, hepimiz mahvolmuştuk”, diye teşekkür etmiştir.
İşte, Hz. Ömer doğan kuşunu salın gitsin, derken bu olayı hatırlatmış ve kerametini izhar etmiştir.
Elçi ikinci hediye olarak ender bulunan ve yetiştirilmiş bir av köpeğini getirdiğini söylemiş. Hz. Ömer “onu da salıverin. Benim av etine ihtiyacım yok. Halkım arpa ekmeğini yerken ben av eti ile beslenemem. Verin hürriyetini köpeğe”, diye serbest bıraktırmıştır.
Sıra üçüncü ve en önemli hediyeye gelmişti. Elçi içi zehir dolu bir şişeyi uzatmış, Hz. Ömer “bu nedir”, demiş. Elçi, “Efendim, düşmanlarınızın eline düşerseniz size işkence ederler. Kolanya ölmeniz için. Kralların bir tedbiridir. Bir damlası bir fili anında öldürür. Kuvvet zehiridir” dedi. Hz. Ömer, “Benim dünyada nefsimden başka düşmanım yok. Ölüm bizi cennete götüren bir vasıtadır. Verin de ben o zehiri içiyim de en büük düşmanım olan zalim nefsimden kurtulayım” der ve bir şişe zehiri ağzına diker, besmele ile içer. Boş şişeyi atar. Orada bulunanlar dehşete düşüp korkularından bayılanlaro lur. Hz. Ömer RA. bu kerametini de Allah’ın izni ile gösterir. Durumu gören elçi ve heyeti, yere kapanarak hepsi müslüman olrlar. Kelime-i şehadet okurlar. Hz. Ömer onlara, “Eğer sizler Allah’a itimat eder, ona hakiki kul olursanız, hiçbir şey size ne dünyada ve ne de ahirette zarar veremez. Yeter ki siz ulu Allah’a gerçek manada iman edin, inanın ve inandığınız gibi yaşayın. Netice budur”, der.
Hz. Ömer-ül Faruk RA. yönetim anlayışı:
Hz. Ömer bu günün gelişmiş demokrasilerinde bile görülmeyen hak-hukuk-eşitlik, hakça paylaşım ve bölüşüm, insan hak ve hürriyetlerine saygı, dini, mezhebi, meşrebi, soyu, sopu, ırkı, cinsiyeti ne olursa olsun eşit muamele, yani gerçek adaleti 1500 sene evvel o günün nerede ise imkansızlıkları le gerçekleştiren, bu güne kadar bir ikincisinin gelmediği, bu gidişle gelmeyeceği tek yöneticidir.
Bu çok önemlidir. Dünyanın mutluluğu huzura, huzur ise hakça bölüşüm, paylaşım, eşit muameleye bağlıdır. Hz. Ömer’in yönetim anlayışında hassasiyet nedeni ile bazı sertlikler vardır. Bilhassa kanun ve kuralların tam olarak uygulanmasında ortaya çıkmaktadır. Bu “umumun yararı için hususun zararı düşünülmez. Hiçbir zamanda ne kadar suçlu olursa olsun hak ettiğinni üstünde bir ceza verilmez” anlayışına dayanmaktadır ki, en büyük caydırıcı özelliği olan bu uygulamadır. Bunun temeli de; köleye de, krala da aynı oranda eşit muameledir.
İşte Hz. Ömer RA. hazretleri bunu yapmış ve devrinde kurt kuzu ile yürümüş. Hz. Ömer, “dağda kurt kaparsa bir koyunu Hz. Ömer’den sorar Allah onu”, “Fırat nehrinin üzerindeki tahta köprünün kırık tahtası nedeni ile bir keçinin bacağı kırılsa, onun sorumlusu köprüyü tamir etmeyen Ömer’dir” dermiş. Hz. Ömer işte gerek yönetim bdur. Bu da adalete dayanmaktadır.
Hz. Ömer RA. büyük bir halk topluluğuna araya koyduğu münadiler sözleri ulaştıran vasıtası ile şu tarihi konuşmayı yapıyor:
“Ey müslümanlar. Ben sizleri köle yapmak için seçilmiş bir kral değilim. Ben hilafetin –yönetimin- ağır yükünü yüreğinde hisseden, sırtında taşıyan, sizin gibi Allah’ın bir aciz kuluyum. Yani kulum, insanım, size evlerinizde rahat ve sakin bir uyku temin edebilir şekilde hizmet yapabilirsem, kendimi bahtiyer, mutlu hissederim. Arzum sizleri kapımda daima hizmetçi kılmak olsaydı, benden daha bedbah talihsiz, biçare kimse olmazdı. Gayem size laf üretmek değil, bizzat hizmet etmek ve sizi yüceltmektir.”
(SÜRECEK)