Kenan Evren ve ekibi tarafından 12 Eylül 1980 günü gerçekleştirilen darbe; kurgulanışı, gerçekleştirilişi bakımından emsali darbeler arasında en başarılısıdır.
Genelkurmay Başkanı ve 4 kuvvet komutanı birlikte, bütün orduyu arkalarına alarak darbeyi gerçekleştirmiş, toplum tarafından da memnuniyetle karşılanmıştır.
Hatta aralarında Şeyh-ül Muharririn ismine layık görülmüş Burhan Felek’in bulunduğu gazeteciler topluluğu Kenan Evren’i ziyarete gittiklerinde; Burhan Felek’in kendisinden 17 yaş küçük Kenan Evren’in elini öptüğünü televizyonlardan Türkiye toplumu izledi.
Aslında gençliğinde arkadaşları arasında ismi “Tilki Kenan’a” çıkmış olan Kenan Evren ve ekibi tarafından ulusça aldatılmıştık.
Çünkü anarşizmin azgınlaşması sonucu; Hükümet “örfi idare” ilan etmiş, başına da Genelkurmay Başkanı olan Evren’i getirmişti.
Buna rağmen gençler arasında ölümlerle biten, kavgalar artmış eksilmemişti. Kenan Evren ve ekibi gençlerin hayatı pahasına; toplumu darbeyi kabule hazırlıyordu. Nitekim darbenin yapıldığının ikinci günü gençlerin arasındaki ölümlü kavgalar bıçakla kesilmiş gibi bitti.
Toplumun memnuniyetini, Kenan Evren çok iyi kullandı. Yeni Anayasa ve kendisinin Cumhurbaşkanlığı halkoyu ile kabul edildi. Caddelere Kenan Evren ve arkadaşlarının isimleri verildi.
Geçen zaman içinde uyanış başladı. Darbe anayasasından kurtulmak istendi. Beş darbeciden sağ kalan Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’dan hesap sorulma gayretleri, isimlerinin verildiği yerlerden isimlerini kaldırma işlemleri başladı.
İşte, yeni darbecilerimizin aklına şaşkınlığım burada başlıyor; “Bu kadar başarılı olmuş darbeciler bile sonunda rezil oldular. Böyle bir rezalete heves edilir mi?” Edilmez ama maalesef heves edildiğini hatta balıklama atlandığını görüyoruz.
Hem kendilerini, hem ülkeyi perişan eden bu insanların, geçmişlerine bakılınca; mesleklerinde ulaşılabilecek en yüksek yere gelmişler. Buna rağmen ülkenin başına açtıkları belaların en büyüğü de ailelerinin, eşlerinin, çocuklarının başına açılmış oluyor.
Tabii hanımları arasında Talat Aydemir’in hanımının kuaförüne; “Haftaya Çankaya’da görüşürüz” diyecek olanlar varsa, ona diyecek sözümüz yok.
***
Talat Aydemir’in adı geçince bir anımı anlatayım da yazımız biraz renklensin…
1956 yılı Temmuz ayında, Kırklareli 109. Piyade Alayı’nda Servis Bölük Takım Komutanı olarak kıta hizmetine başladım.
Alayın nöbetçi subay kadrosu bir bölük komutanı bir Nizam karakolu nöbetçi subayı ve et-ekmek temini ile görevli asteğmenden oluşuyordu.
Bana et ve ekmeği alaya getirme görevi verilmişti
Alayın Kırklareli’ne 2 kilometre mesafesi var. Fırın ve eti veren kasap şehir merkezindeydi.
Başımızda bulunan nöbetçi subayın bölüğü; bakım, disiplin, görüntü olarak diğer bölüklere fark yaratıyordu.
Yüzbaşı acemiliğime faydalı olacağını düşündüğü ilk dersi verdi:
“Tayının tanesi 900 gramdır. 40 tanesi 36 kilogram gelmesi lazım. 40 tanesini bir çuvala doldur, fırındaki kantarda tart. Et meselesine gelince; sana çay-kahve gibi ikramda bulunacaklardır. Çay- kahvelerini iç! Gözünü kantardan ayırma! Kantarın ayarını düzgün olmasına dikkat et! Hesabı iyi tut! Askerin yiyeceği etin bir kısmını kasaba kaptırma!..”
Önce fırında ekmeği tarttım 34,5 kg geldi. Çuvalın ağırlığını da hesaba katarsak 2 kilogram eksikti.
Fırıncı bana “Bu yüzbaşı yanlış şeye kafayı taktı. Her yeni başlayan Asteğmene bunu yaptırıyor. Belediyeler ağırlık kontrolünü fırında, fırından yeni çıkan ekmekte yaparlar. Şimdi yeni çıkmış ekmekten 40 tane daha tartalım. Ne kadar geldiğini görelim!” dedi. Tarttık. 36,5 kilogram geldiğini gördük.
Eti de hem kahveyi içtim, hem de titizlikle tarttırdım; 320 kilogram olarak teslim aldım. Alayın mevcudu 1300 kişiyi geçiyor, 1400 kişiyi buluyordu demek ki; her asker için günlük 250 gram et öngörülüyordu.
Alaya dönüşte durumu yüzbaşıya anlattım; “Eksiklik getirdiğim ekmeğin iki gün beklemesinden kaynaklanıyormuş” dedim.
“Seni de mi kandırdı? Bir çuvala yakın unu çalıyor, bu kerata” dedi.
Sonraki nöbetlerinden birinde başımızda alay nöbetçi subayı başka bir yüzbaşı idi. Eti tarttırdığında 30 kilogramdan fazla eksik geldiğini şaşkınlıkla görünce beni ilk uyaran kumandanın önemli noktaya parmak bastığını anladım.
Anlattıklarımdan Yüzbaşı’nın görevini iyi yapmaya meraklı, zeki insan olduğunu düşünüyorsunuz. Ben de öyle düşünüyordum.
Talat Aydemir, 6 sene sonra 21 Mayıs 1963’de ikinci darbe girişimini yaptı.
Başarısız oldu. Kendisi ile birlikte idamla yargılananlar vardı. Kendisi ve bir arkadaşı idam edildi. Diğerleri çeşitli hapis cezaları aldılar. O cezaları alanlar içinde yarbay rütbesine yükselmiş bizim yüzbaşıda vardı.
Üzüldüm ve hayret ettim. Demek ki mantıklı işler yapma yeteneği; darbeci olmayı engellemiyor.
Allah bütün darbeci akıllara; demokrasinin faziletini idrak ettirsin.
En güzel günler sizlerin olsun.