Emperyalist ülkelerin stepnesi, çoğunun adı sosyal demokrat olan partilerdir. İşin garip tarafı bu stepnelerin iç lastiği de patlamıştır. İngiltere’de adı İşçi Partisi’dir ama çizgisi aynıdır.

İkinci Enternasyonal’den sonra emperyalist ülkelerdeki sol partilerin çoğu işçi sınıfının iktidar mücadelesinden vazgeçerek dünya sömürüsünden gelecek küçük ihsanlarla durumu idare etmeye, patronlarla barış çubuğu içmeye karar vermiştir. Bu duruş parlamenter sistemle uzlaşma olarak ifade edilmiştir.

Ara Not: 2. Enternasyonal’e kadar sosyal demokrat demek komünist ile eş anlamlıdır.

Emperyalist devletler, Sovyetler Birliği’nin tarih sahnesine çıktığı bu dönemde yapılan bu uzlaşmadan hoşnut olmuşlardır.

Sol olduğunu söyleyen bu partiler emperyalizmin dünya sömürüsüne, yaptıkları işgal ve katliamlara ses çıkarmadıkları gibi ne devrimle kurulan ulus devletlerin etnisite (milliyet) temelinde bölünme tertiplerine, ne de ulusal bağımsızlık mücadelesi veren ülkelere destek olmuşlardır. Lafa gelince enternasyonalci, eyleme gelince üç maymunu oynamakta üstlerine yoktur. Her türlü ortaçağ kalıntısı yapıyı “demokrasi” uğruna (!) savunan grupları gerektiğinde kendi ülkelerinde beslemişlerdir.

PKK bölücü örgütünün televizyonu nereden yayın yapar? PKK’lı teröristleri, insanları Allah ile kandıran gericileri kimlerin esirgediğini bilmeyen kalmamıştır.

Bu tırnak içinde solcu, sosyal demokratların iç politikaları hep paylaşım üzerinedir. Üretim tarzı ve ilişkileri diye bir gündemleri yoktur. Egemen küresel çetelerin yedek lastiği olmak onlara yetmekte hatta artmaktadır. Bu bir tercih meselesidir.

Sağ partiler, çoğunun adı Hıristiyan Demokrat veya muhafazakâr’dır, yıprandığında, toplumda tansiyon yükseldiğinde küresel çeteler “Al kardeşim, ben yoruldum sem oyna…” diyerek iktidar nöbetini “sol” partilere bırakırlar. Değişen sadece tellaklardır, hamam hep aynı hamamdır.

SSCB’nin 1990’da dağılmasından ve/veya dağıtılmasından sonra küresel çeteler için “Acaba bunlar iktidara sahiden gelmek isterler mi?” gibi bir endişe de kalmamıştır. Dünya, emperyalistlerin penceresinden tek kutuplu görünmekte ve gösterilmektedir.

20. yüzyılda kendi ülkelerinde korku belası verdikleri sosyal hakları geri almaya başlamışlardır. Emperyalizmin hiç bitmeyen kriz dönemleri bu geri alışların en güzel bahanesidir.

Emperyalizmin sosyal muhalefeti yönetmek için girmeyeceği kılıf yoktur. Feminizm, insan hakları, anti-militarizm, çevrecilik vb bu başlıkların önde gelenleridir.

“Sol” görüntülü muhalif yapıların denetlenmesi için Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde yukarıda saydığımız grupları birleştiren partiler kurulmuştur.

Örneğin Almanya’da 3-4 Kasım 1979 tarihinde kurulan Alman Yeşiller Partisi'nin dört önemli görüşü vardır. Bunlar; ekolojik, toplumsal, tabandan demokratik ve şiddetsiz dünya’dır.

Böylece “sol” muhalefet kendi içinde bölünerek denetim altında tutulmaktadır. Yeşiller bazı özellikleriyle sol partilere benzemezler.

Yeşiller için öz yönetim, kooperatifçilik, mahalle ve köy örgütleri daha önemlidir. Ayrıca sosyalistleri; feminizmi, anti-nükleer hareketleri, barışı ve anti militarizmi savunmamakla eleştirip onlarla olan farklarını belirtmişlerdir.

Yeşiller Partisi İtalya’da taban bulamamış, ancak Almanya’da  yapılan aşı tutmuştur.

Bu elmanın bir yarısı…

Türkiye’de örneğin bu tırnak içinde sol partiler, salt tabelalarına bakılarak “sol” görülmektedirler. Ne söylemlerine, ne de eylemlerine bakıp, sebep-sonuç ilişkisinde bir çıkarımda bulunmamak alışkanlık haline gelmiştir. Bu bakışın kökeni Tanzimat’tan beri gelen Batı hayranlığından, Batı tapınmacılığından sürgündür. “Batıda ne varsa güzeldir, kopyala yapıştır, çağdaşlaş…”

Muhterem kanaat önderi köşe yazarlarımız, Avrupa’da sol yeniden iktidara geliyor…”, “Batı’da sol rüzgârları…” sakızını çiğneyerek küresel çeteleri ve onların stepnelerini toplumdan saklamanın peşindedirler. Bir taraftan da dünya sömürüsünün çarklarını yağlamaktadırlar ki bu engin öngörünün ödülü bol kepçe yurtdışı gezileridir. Dolar, Avro diş kiralı televizyon programlarıdır.

Fransa’da sosyalist François Holande Cumhurbaşkanı seçildi ya Ethem Dede’ye göbek atmaktadırlar.

Sırada Almanya var. Bizden söylemesi… Hıristiyan Demokrat Angela Merkel’in seçimi kaybetmesi yakındır. Eyalet seçimlerini Sosyal Demokrat ve Yeşiller kazanmaktadır. Aman zilleri hazırlayın, Ethem Dede’ye göbecik atmanız yakındır. 

Fransa’nın yeni Dışişleri Bakanı Laurent Fabius ile Maliye Bakanı Pierre Moscovici ile birlikte ABD’ye giden çiçeği burnunda sosyalist Cumhurbaşkanı François Hollande G8 ve NATO zirveleri öncesinde Beyaz Saray’da ABD Başkanı Obama ile 90 dakikalık bir görüşme yapmıştır.

Bu görüşmeyi küresel medya bir kelimeyle özetlemiştir. “Convergence”, yani yakınlaşma, birlikte aynı yöne yönelme, ortaklık, amaç birliği. Sarkozy sonrası sosyalist Hollande’nin ABD-Fransa ilişkilerinin hangi düzlemde geçeceğinin işaret fişeği atılmıştır.

Hollande: “Başkan Obama, Avrupa’da (ekonomik) büyümenin önceliği politikamı destekledi. İkimiz de Yunanistan’ın Avro bölgesinde kalması için fikir birliği içindeyiz…

Hollande, bunları söylerken Obama kafasını sallayarak onu dinlemektedir.

Hollande: “İran, hiçbir zaman askeri bir sonuca hizmet ederek nükleer teknolojiye sahip olmamalı…”

Obama gayet memnun, kafasını sallamaya devam etmektedir.

Hollande: “Suriye ile ilgili taahhütlerimizin arkasındayız.”

Obama gülümser…

Hollande: “Afganistan’dan askerlerimizi 2012 sonunda çekeceğim, Fransız halkına söz verdim.”

Obama’nın yüz ifadesi değişir… Gülümsemesi silinmiştir.

Hollande: “Ama sadece savaşan askerlerimizi… Afganistan’a desteğimiz sürecek, ortaklarımızla birlikte daha akıllı, başka bir biçimde… Fransa bağımsızlığına düşkün bir ülke, fakat aynı zamanda ABD ile dostluğun, ortaklığın ne olduğunun da bilincinde…”

Obama’nın yüzündeki gergin ifade geçer… Rahatlamıştır…

Hollande: “Derin bir ilişki içindeyiz; Fransa ve ABD’nin paylaştığı şeyler var. Özgürlük, demokrasi, tarih ve kültür…”

Obama iyice rahatlamış ve koltuğunda kaykılmıştır.

Derin ilişkinin ortak paydası sömürüde özgürlük, halkın demokrasi şekeriyle kandırılması, tarihlerindeki soykırımcılıktır.

Okuyan yazandan arif gerek, daha fazla yoruma gerek var mı?

Hollande’nin Dışişleri Bakanı, Mitterrand’ın Başbakanlarından Laurent Fabius, Suriye rejimine ve Beşar Esad’a düşmanlığı ile de tanınmaktadır.

Nisan 2011’de Suriye krizinin tırmandırılmaya başladığı dönemde BM’in Suriye’ye askeri müdahalesini savunarak dönemin Cumhurbaşkanı Sarkozy’e “Daha sert ol…” çağrısı yapmış, Beşar Esad’ın Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanmasını istemiştir.

Fabius, Sarkozy’nin Savaş Danışmanı, “filozof” Bernhard Henry Levy’nin düzenlediği Suriye karşıtı toplantıya katılarak Esad’ın “Kanlı bir diktatör” olduğunu, “Askeri müdahale istediğini” belirterek “Eğer müdahale edilemezse Libya’ya yapılan müdahalenin meşruiyetini kaybedeceğini”  söylemiştir.

Hollande, 2012 Şubat ayında seçim kampanyasını sürdürürken Fabius’u Katar ve İsrail’e Suriye konularını görüşmek üzere göndermiştir.

Sarkozy – Alail Juppe ikilisinin izlediği dış politikanın sosyalist Hollande ve ekibi tarafından sürdürüleceğini söylemek için Nostradamus olmaya gerek var mıdır?

Söylemlerde “yumuşak”, uygulamada ise benzeş olacaktır Sarkozy ile Sosyalist Cumhurbaşkanı Hollande ve Dışişleri Bakanı Fabius’un dış politikaları.

Meraklısı için bir parantez…  Fransa’nın sabık Dışişleri Bakanı Alain Juppé Galatasaray Üniversitesi Yüksek Destekleme Komitesi Başkanıdır.

Emperyalist ülkelerin sosyal demokrat veya sosyalistleri içeride "gibi solcu", dış ilişkilerde ise küresel çetelerin lejyonerleri olarak rollerini oynarlar. Bu onların yaşam ve siyaset tercihidir. Asıl garip olanı, emperyalizme stepnelik yapanları Türkiye’de hâlâ “sol, sosyal demokrat, sosyalist” diye gören ve konuşanların olmasıdır.